Tayland’da gözaltına alınan 40 Uygur’un Çin’e zorla geri gönderilmesi, yalnızca uluslararası hukukun ihlali değil, aynı zamanda bir halkın kimliğine ve varlığına karşı gerçekleştirilen sistematik baskının yeni bir tezahürü olarak tarihe geçti. Ancak endişe verici olan yalnızca bu olay değil; Türkiye’de yaşayan Uygur mülteciler arasında son yıllarda artan gözaltılar ve sınır dışı edilme korkusu, diaspora topluluklarında büyük bir güvensizlik ve belirsizlik ortamı yaratmış durumda.
Özellikle Türkiye gibi, Uygurlar için tarihsel ve kültürel bağları nedeniyle ikinci bir vatan olarak görülen bir ülkede yaşanan bu durum, uluslararası toplum tarafından da yakından takip ediliyor. Yabancı basın kuruluşlarının Türkiye’deki Uygur topluluğunu etkileyen artan gözaltıları haberleştirmesi, bu sürecin yalnızca yerel bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda küresel bir insan hakları sorunu olarak ele alınması gerektiğini gösteriyor. Türkiye’nin, Çin’in baskısından kaçan Uygurlar için güvenli bir liman olma özelliğini yitirdiğine dair yabancı araştırma kuruluşlarının hazırladığı raporlar, durumun vahametini daha da gözler önüne seriyor.
Uygur Diasporasında Artan Korku ve Endişe
Türkiye’de yaşayan Uygur mülteciler, son yıllarda artan gözaltı vakaları nedeniyle giderek daha fazla baskı altında hissediyor. Özellikle bireysel hedeflemeler ve polis operasyonları, Uygur topluluğunda panik ve istikrarsızlık ortamı yaratıyor. Son aylarda İstanbul, Adana ve Ankara gibi şehirlerde yaşanan gözaltılar, bu baskının somut örnekleri olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin:
• İstanbul’da yaşayan Balcı Şirali Abdurehim, Aşçı Gayret Ustam ve Fırıncı Mehmet Emin Ömer gözaltına alındı.
• Dört çocuk annesi Hafife İbrahim’in sabah saatlerinde evine yapılan baskınla çocuklarının gözleri önünde gözaltına alınması büyük yankı uyandırdı.
• Adana’da İlham Ömercan, ikamet izni başvurusunun sonucunu öğrenmek için gittiği Göç İdaresi’nde gözaltına alındı.
• Ankara’da beş çocuk babası Mutellip Memet’in gözaltına alınarak geri gönderme merkezine götürülmesi, yavrularının iki aydır ebeveynlerinden ayrı kalmasına neden oldu.
Bu örnekler, sadece son birkaç ay içinde yaşanan olaylardan bazıları. Elbette ki güvenlik birimleri, ülkenin güvenliği için gerekli gördüğü önlemleri alabilir. Ancak bu süreçte, suçsuz olduğu anlaşılan bireylerin uzun süre gözaltında tutulması veya sınır dışı edilme tehdidi altında bırakılması, Uygur mülteciler arasında büyük bir korku atmosferi yaratıyor.
“Biliyorum bu noktada Türkiye’nin güvenlik kaygılarına daha fazla yer vermeliydim ama, makaleyi kısa tutmak için atlıyorum...”
Çin’in Türkiye’deki Uygur Diasporasını Hedef Alması
Uygurlar üzerindeki baskının yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum olmadığı, Çin’in küresel ölçekte yürüttüğü gözetleme ve sindirme politikalarının bir parçası olduğu bilinen bir gerçek. 2024 yılı Şubat ayında, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından gerçekleştirilen operasyonlarla, Çin istihbarat servisinin Türkiye’deki Uygurları takip etmek ve sindirmek amacıyla faaliyet gösterdiği ortaya çıkmıştı. Batı’da ve diğer kıtalarda da benzer girişimlerin olduğu biliniyor. Çin’in beş kıtada ve 114 ülkede “gizli polis karakolları” kurarak muhalifleri baskı altına almaya çalıştığına dair raporlar, Uygur diasporasına yönelik küresel tehditleri gözler önüne seriyor.
Çin yönetimi, diasporadaki Uygur topluluklarını bölmek, sindirmek ve mücadele azimlerini kırmak için çeşitli yöntemlere başvuruyor. Elbetteki Türk devleti Ülkedeki Uygur Varlığının istikrarsızlaşmasını istemez. Ancak Çin’in mesnetsiz attığı çamurlar, Köklü Teşkilatları yıpratırken, Uygur toplumunda güvensizlik ortamı oluşturma konusunda etkili ve Uygur diasporasını parçalamaya dönük muazzam sonuçlar doğurabiliyor.
Türkiye ve Uygurlar: Kökleri Derinlere Uzanan Bir Bağ
Türkiye, tarih boyunca Uygurlar için güvenli bir liman olmuştur. Ortak kültürel, dini ve tarihi bağlar nedeniyle Türkiye’ye sığınan Uygurlar, burada kendilerini ikinci vatanlarında hissetmişlerdir. Ancak son yıllarda Türkiye’nin Çin ile artan ekonomik ve diplomatik ilişkileri, Uygur mültecilerin durumunu daha da kırılgan hale getirdi.
Türkiye’deki Uygur nüfusunun 50.000 ila 75.000 arasında olduğu tahmin ediliyor. Birçoğu, 2017’den itibaren Türkiye’de yaşamaya başladı ve burayı yeni vatanları olarak gördü. Ancak pasaport ve ikamet izni alamayan, temel haklardan mahrum bırakılan yüzlerce Uygur bugün geri gönderme merkezlerinde tutuluyor. Çin’in ağır insan hakları ihlalleriyle bilinen bir ülke olduğu göz önüne alındığında, bu insanların sınır dışı edilme korkusu içinde yaşamaları endişe verici bir durumdur.
Geleceğe Dair Endişeler ve Çözüm Önerileri
Türkiye’nin, ülkesindeki Uygur mültecileri koruma sorumluluğu bulunmaktadır. Güvenlik kaygıları elbette göz ardı edilemez, ancak suçsuz bireylerin sürekli olarak gözaltına alınması, sınır dışı edilme korkusu içinde yaşaması ve temel haklardan mahrum bırakılması, yalnızca Çin’in Uygur diasporasına yönelik politikalarına hizmet eder.
Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erhan Afyoncu, katıldığı bir televizyon programında Türkiye’nin en büyük sorunlarından birinin nüfus artış oranının düşüklüğü olduğunu belirtmiş ve “Çin’den yaşam zorluğu çeken Türkleri getirmeliyiz. İsrail bu sistemi uyguluyor.” demişti. Peki, Türkiye’de zaten var olan Uygur Türklerinin durumu ne olacak?
Bu bağlamda, Türkiye’nin kendi topraklarında yaşayan Uygurların statüsünü netleştirmesi ve onların güvenliğini garanti altına alması gerekmektedir. Kaldı ki Aynı dili konuşuyoruz, aynı kanı taşıyoruz, aynı dine mensubuz, bize niye bir vatandaşlık çok görülüyor?
Böyle devam ederse, yıllardır burada yaşayan ve Türkiye’yi vatan bellemiş Uygurlar, gittikçe daralan bir çember içinde, nefessiz bırakılmaya devam edecektir.
Uygurlar Türkiye’yi bırakıp asla yabancı ülkelere gitmek istemiyor. Ancak onları bu ülkeyi terk etmeye zorlayan politikalar, kimin işine yarıyor?
Yanıt ortada: Çin’in!