Doğu Türkistan Raporu: Geçmişten Bugüne Dinî ve Etnik Baskılar

Doğu Türkistan Raporu: Geçmişten Bugüne Dinî ve Etnik Baskılar

İnişli çıkışlı tarihî seyri içinde 1949 senesine kadar bir şekilde bağımsızlığını koruyan Doğu Türkistan, bu tarihten itibaren Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) bağlı kuvvetlerin işgaline uğramıştır. Bu işgalle birlikte Çin, bir yandan bölgenin verimli tarım arazilerini ve zengin yer altı varlıklarını kendi tekeline alırken bir yandan da sistematik işgal ve Çinlileştirme siyasetini acımasızca uygulamıştır. Bölgeye yoğun bir Çinli yerleşimci akını organize edilmesi ardından, kurulan geniş istihbarat ağı ve alınan güvenlik tedbirleriyle Doğu Türkistanlıların süreç içerisinde dünya ile olan bağlantıları kopartılmış ve temel insan haklarının ihlal edilmesine yönelik her türlü müdahale kolaylıkla hayata geçirilmeye başlanmıştır.

Doğu Türkistanlıların asimilasyona direnmeleri ve kendilerini Çinli olarak görmemeleri, merkezî Çin yönetimi açısından siyasi bir meydan okuma olarak değerlendirilmiş ve bu durum bölgenin kontrolü konusundaki bir zaaf, özellikle 1980’li yıllardan itibaren sanayileşmeyi sekteye uğratacak bir güvenlik sorunu olarak algılanmıştır. 1990’lı yılların çalkantılı siyasi gelişmeleri ve Komünist bloğun çöküşü Orta Asya coğrafyasında birçok değişimi tetiklerken, bu bölgede bulunan Doğu Türkistan’da da gerilim bir hayli artmıştır. 2000’li yılların başındaki 11 Eylül olayları akabinde başlayan dönem “terörle mücadele” adı altında Çin yönetiminin bölgeye her türlü müdahalesini kolaylaştırmış ve bugüne kadar süren sistematik tırmandırma siyaseti hız kesmeden uygulanmıştır.

Küresel siyaset ve ekonomide her geçen gün gücünü arttıran Çin, kendi bölgesinde Doğu Türkistan gibi bir meseleyle uğraşıyor olmanın verdiği öfkeden olsa gerek, 2010’lu yıllardan itibaren bölgedeki baskı ve hak ihlallerini yeni bir boyuta taşımıştır. Doğu Türkistanlı ailelerin tümü fişlenmiş ve potansiyel risk oluşturduğu(!) düşünülen milyonlarca insan kamplara toplanıp özgürlüklerinden mahrum edilmiştir. Hasılı Doğu Türkistan’da bir yandan insanların dönüştürülmesi için baskılar sürerken bir yandan da Uygurlara ait kültürel ve dinî tüm mirasın yok edilmesi için çalışmalar hızlandırılmıştır.

Elinizdeki rapor, Doğu Türkistanlıların tarihî süreç içinde yaşadığı dönüşümü ve Çin işgali ile birlikte günümüze kadar gelen ihlaller dönemini anlatmaktadır.



Doğu Türkistan neresidir?

Doğu Türkistan, tarih boyunca Ulu Türkistan olarak bilinen Orta Asya coğrafyasının tarihî gelişmelerden dolayı ikiye ayrılmasıyla oluşan doğu bölgesinin adıdır. 1.823.000 kilometrekare genişliğe sahip topraklarının yaklaşık üçte biri dünyanın ikinci büyük çölü olan Taklamakan Çölü’nden oluşmaktadır. Kuzeyde Rusya ve Moğolistan ile sınır olan Doğu Türkistan bölgesi, batıda Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Keşmir ve Hindistan ile komşudur. Güneydoğusu Karanlık Dağları ve Tibet platosu ile ayrışırken, Doğu tarafı bozkırlar, çöller ve Çin ile sınırdır.

2.000 kilometre uzunluğuyla Tarım Nehri, Doğu Türkistan’ın en önemli su kaynağıdır. İli ve İrtiş nehirleri de diğer ülkelere temiz su temin eden önemli nehirlerdendir. Bu nehirlerin suladığı geniş tarım alanları, bölgenin en kadim yerleşim yerlerini şekillendirmiştir. Kaşgar, Yarkent, Karakaş, Hoten, Barçuk, Aksu, Kuça ve Karaşehir bu vahaların en büyük şehirlerindendir. Bu vahalarda yılda iki kez mahsul alınan tahıl ürünleri haricinde Doğu Türkistan’ın en büyük pamuk üretim alanları bulunmaktadır.

Komünist Çin işgalinden önce Doğu Türkistan’ın en eski yerleşim birimleri olan Tarım Havzası, Turfan Ovası, Komul bozkırları ve İli Ovası’nda Uygur Türkleri yaşarken, Altay Dağları’nın güney kesimleri, Tarbagatay ve Künes yaylalarında Kazak Türkleri çoğunlukta olmuştur. Kırgız Türkleri ve Tacikler de Doğu Türkistan’da göçebe hayat süren kavimlerdir. Bölgede Türkler dışında az sayıda Moğol kabilesi de göçebe bir hayat yaşamıştır.

1759 Çin Mançu istilasından sonra bölgeye önce etnik Çinliler olmak üzere Donganlar (Müslüman Çinliler), Mançuların Şibe kolu ve az sayıda başka etnik unsurlar gelmiştir. 1953 senesindeki resmî rakamlara göre Doğu Türkistan’da 3.640.000 Uygur, 504.000 Kazak, 70.000 Kırgız olmak üzere yaklaşık 4 milyonu aşkın Türk asıllı nüfusun yaşadığı bilinmektedir. Aynı dönemde bölgedeki Çinli nüfus ise yaklaşık 300.000 kadardır. Bu rakamların yüzdelik oranlarına göre, o tarihte bölgenin %90’ı Türk asıllı Müslümanlardan oluşurken, sadece %7’lik bölümünü Çinliler oluşturmaktadır.

1980’lere gelindiğinde, Doğu Türkistan’daki etnik Han Çinli nüfusu 8.600.000’e yani neredeyse bölgenin toplam nüfusunun %40’ına ulaşmış, Uygur Türkleri ise resmî Çin rakamlarına göre 11.303.000’e yani nüfusun yaklaşık %55’ine gerilemiştir. Bu iki unsur dışında bölgede bir de sayıları 1.590.000’i bulan Kazak Türkleri yaşamaktadır. Açıklanan bu resmî rakamların gerçeği yansıtmadığı söyleyen Doğu Türkistanlı akademisyenler, bölgedeki Müslüman Türklerin sayısının bu rakamın en az üç katı olduğunu belirtmektedirler.

Urumçi şehri Doğu Türkistan’ın işgalinden sonra bölgenin stratejik öneminden ötürü Çinliler tarafından kurulmuştur, bu sebeple de göçmen nüfusun en fazla olduğu şehirdir. Çinliler Urumçi gibi sonradan inşa edilen ve petrol işletmelerinin yoğun olduğu sanayi şehirlerinde de oldukça kalabalıktır. Bunun haricinde Altay, Tarbagatay ve Çöçek vilayetleri de Çinlilerin en çok bulunduğu şehirlerdir. Ayrıca son yıllarda artan tutuklamalar ve toplama kamplarına alınanlardan dolayı nüfusun seyrekleştiği bölgeye çok sayıda Han Çinli ciddi maddi destekler verilerek yerleştirilmektedir.

Zengin doğal kaynaklara sahip olan Doğu Türkistan’da bugüne kadar 138 farklı çeşitte maden türü tespit edilmiştir. Bölgedeki madenler, tüm Çin’deki maden çeşitliliğinin %78’ini oluşturmaktadır.[1] Doğu Türkistan’da aktif olarak işletilen madenler ise Çin’deki tüm madenlerin %85’ine denk gelmektedir. Bunlar içinde; krom, tuz, demir, taş pamuğu, mangan, bakır, silisyum, kurşun, pırlanta, altın, gümüş, kömür ve uranyum en öne çıkan madenlerdir.[2] Bunların çoğu Çin’in iç bölgelerinde bulunmayan madenler[3] olduğundan, kullanılabilir ham madde hâline dönüştürüldükten sonra Çin’in iç bölgelerindeki fabrikalara taşınmaktadır. Örneğin 2015 senesi verilerine göre, Doğu Türkistan’daki dört büyük petrol havzasından bir yılda çıkartılan toplam 27.880.000 ton ham petrol, Çin’in iç bölgelerine taşınmıştır. 2020 yılı sonuna kadar Çinliler bu miktarı petrolde yıllık 29 milyon tona, doğal gazda ise 36 milyar metreküpe çıkarmayı planlamaktadır.[4] Çin’in yıllık petrol istihsalinin %60’ından fazlası Doğu Türkistan’dan çıkartılmaktadır.[5] Enerji kaynakları açısından çok zengin olan Doğu Türkistan’da jeologların verdiği bilgilere göre toplam 60 milyar ton petrol rezervi bulunmaktadır.[6] Bu petroller ve her yıl 30 milyar metreküp doğal gaz, toplam 7.378 kilometre uzunluğundaki üç büyük boru hattıyla Şangay, Fujian ve Guangzhou bölgelerine taşınmaktadır.[7] Çinliler bu boru hatlarının sayısını beşe yükseltmeyi planlamaktadır. Ayrıca dünyanın en büyük pamuk üreticisi konumundaki Çin, ürettiği pamuğun %84’ünü Doğu Türkistan’dan sağlamaktadır.[8]

Tarihî Arka Plan

Doğu Türkistan’ın kuzey sınırlarında yer alan Altay Dağları, birçok tarihçi tarafından Türklerin ilk ortaya çıktığı anavatan olarak nitelendirilmektedir. Yazılı kaynaklara göre miladi 4. yüzyıldan itibaren bölgede hüküm süren Hunların, Göktürklerin ve Uygurların kurduğu devletlerin tümü Doğu Türkistan’ı da kapsamaktadır. İlk Türk devletlerinin ortaya çıktığı bu dönem, aynı zamanda Çin saldırılarının yoğunlaştığı tarihleri içermektedir. Çinliler, bölgeden 752 yılında geri çekilmek zorunda kalırken[9] bölgedeki Türklerin İslam’ı kabul etmesinden sonraki süreçte Karahanlı Devleti (842) ve Koçu Uygur Kağanlığı (845) gibi Doğu Türkistan merkezli yerel devletler ortaya çıkmıştır.

Yerel İslam hanlıkları şeklinde yönetilen bölgenin istikrarı 13. yüzyılın başlarından itibaren Moğol saldırıları ile bozulmuş ve Doğu Türkistan, Cengiz’in oğlu Çağatay’ın hükümranlığına girmiştir. Çağatay Hanlığı zayıflayınca Timur İmparatorluğu kurulmuş ve çok geçmeden Türkistan yerel yöneticileri arasında yeni bölünmeler yaşanmıştır. Böylece Doğu Türkistan coğrafyası, 1347-1696 yılları arasında, biri diğerine üstünlük sağlamaya çalışan Cungar Hanlığı, Doğu Çağatay Hanlığı ve Yarkent Hanlığı[10] arasında bölünmüştür. [11]

1696 senesinden sonra ise Hocalar Dönemi diye adlandırılan dönem başlamıştır. Bu döneme rengini veren temel sorun, Aktağlık ve Karatağlık adındaki iki tarikat sülkü arasında cereyan eden iktidarı kontrol etme mücadelesidir. Moğol ve Çin’in de dâhil olduğu bu iç iktidar çekişmesi dönemi, Çin Mançularının istilasıyla 1759’da son bulmuştur. Başka bir ifade ile siyasi kargaşa ile dolu Hocalar Dönemi, güvenlik zaafı oluşturmuş ve gelecek yılların “Çin istilası için hazırlık devrini” başlatmıştır.[12]

Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını ortadan kaldıran ve Hocaların kukla yönetimini yıkan Çinlilere karşı bölge halkının isyanı 1764 senesine kadar sürmüştür. 10 yıl devam eden direniş boyunca 500.000’den fazla Doğu Türkistanlının öldüğü kaydedilmektedir.[13] Sonraki dönemde; Büyük Hocalar İsyanı (1757-1759), Uçturfan İğde İsyanı (1765), Ziyauddin Hoca İsyanı (1847), Veli Han Töre İsyanı (1857), Kuça İsyanı (1862)[14] gibi çok sayıda bağımsızlık girişimi olmuştur.

Kuça’daki bu son ayaklanmadan sonra Çinliler, birkaç küçük bölge hariç Doğu Türkistan’ın tümünden atılmıştır. Kısa süre içinde şehir devletlerini idaresi altına almayı başaran Yakup Beg, Doğu Türkistan’da Kaşgar Emirliği’ni kurmuştur. Yakup Beg, Kaşgar hâkimi olduktan sonra, 1870’ten itibaren, Rusya ve İngiliz-Hint İmparatorluğu gibi iki büyük güçle doğrudan komşu hâline gelmiştir.[15] Kaşgar Devleti bu süreçte İngilizlerle çatışmaktan kaçınan bir siyaset izlerken[16] tüm Orta Asya ve Türkistan coğrafyasında yayılmaya başlayan Rus Devleti ile ilişkiler aynı şekilde olmamıştır. Rusya’nın güneye inmesi ve tüm Türkistan coğrafyasını tehdit etmeye başlaması üzerine, Kaşgar Devleti Osmanlı’dan yardım istemiştir. Bu talep Osmanlı tarafından kabul edilmiş ve istenen silah ve askerî personel yardımı bölgeye gönderilmiştir.[17] Osmanlı böylece hem Rusya’yı dengeleyerek Asya siyasetinde daha etkili bir duruma gelmeyi hem de Çin’in kendisine doğrudan karşılık verecek vaziyette olmayışını fırsata dönüştürmek istemiştir.[18]

Siyasi kargaşa ile dolu Hocalar Dönemi, güvenlik zaafı oluşturmuş ve âdeta gelecek yılların “Çin istilası için hazırlık devrini” başlatmıştır.

Osmanlı Sultanı Abdülaziz, 16 Haziran 1873 tarihinde Yakup Beg’in biat talebini kabul etmiş ve kendisine “emir” unvanı vererek Kaşgar’da Halife adına hutbe okutmasına ve para bastırmasına izin vermiştir. Osmanlı, bu sembolik siyasi adımların yanı sıra Kaşgar Emiri’ne altı adet savaş topu, 1.200 tüfek, mühimmat ve birkaç barut imal ustası ile Kaşgar ordusunun eğitimi için dört subay göndermiştir.[19] Osmanlı Devleti’nin gönderdiği bu yardımlar memnuniyet yaratmakla kalmamış, Rus işgali altındaki diğer Müslüman Türk devletleri için de işgalden kurtluma arzusunu ve umudunu güçlendirmiştir.[20]

Ancak 1877 yılında Yakup Beg’in ölümü, bölgeye yönelik Çin ihtiraslarını yeniden canlandırmıştır. Bölgede Osmanlı’ya bağlı bir devletin varlığı, ne Rusya ne de Çin’in işine geldiğinden bu iki güç 1875’ten itibaren ittifak içinde olmuştur.[21] Nihayetinde Yakup Beg’in ani ölümü ardından başlayan iç iktidar hesaplaşmasını fırsata çeviren Çin, 80.000 kişilik bir güçle Doğu Türkistan’ı işgal etmiştir.[22] Çin istilası ardından Yakup Beg’e çalışmış olan kim varsa tutuklanıp hapse atılmış, çoğu da öldürülmüştür.

Kaşgar’daki genel durumla ilgili raporların Osmanlı’ya ulaşması[23] üzerine, Binbaşı İsmail Hakkı Bey ve Yüzbaşı Ali Kazım İbrahim Efendi komutasındaki birlikler destek için bölgeye gönderilmiştir. Ancak Osmanlı subayları Çin-Rus ittifakına karşı bir süre Kaşgar’a bağlı Yeni Şehir’i savunsalar da cephane ve yiyecekleri kalmadığından bölgeyi terk ederek Hindistan üzerinden İstanbul’a geri dönmüştür.

Çinlilerin Doğu Türkistan’ı işgal için ikinci hamlesi 1884 senesinde gelmiş ve bölge Çin’e bağlı bir eyalete dönüştürülerek, ismi bugün de kullanılan Sincan (Xinjiang) eyaleti olarak değiştirilmiştir. Çeyrek asır süren baskı ve intikam politikaları ardından Çin merkezî otoritesinin zayıflamaya başladığı 1911 senesinden sonra, bölgede yeni hareketlenmeler yaşanmıştır. Bu girişimlerin önemli bir bölümü kanlı biçimde bastırılmış olsa da ardı arkası kesilmeyen olaylar hiç dinmeden 1933’e kadar sürmüştür. Nihayetinde, Kumul’un dağlık bölgelerinde başlayan bağımsızlık hareketi, 12 Kasım 1933 tarihinde Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.

Bu cumhuriyet, hiçbir yabancı ülkenin desteğini almadan, tamamen Doğu Türkistan halkının kendi imkânları ve millî iradesi ile kurulmuştur.[24] Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 30 maddeli bir anayasa ilan etmiş ve bugün de kullanılan ay yıldızlı gök bayrağı cumhuriyetin bayrağı olarak belirlemiştir. Hoca Niyaz Hacı da bağımsız devletin cumhurbaşkanı olmuştur.

Yeni Doğu Türkistan devletinin kurulması; iki düşmanı bir kere daha birbirine yaklaştırmış ve Çin ve Sovyetler Birliği arasında bu yeni devlete karşı iş birliği başlamıştır. Doğu Türkistan’ın bağımsız olmasının Rus işgali altındaki diğer Türk yurtları için tehlike arz edeceğini düşünen Sovyetler Birliği, askerî ve istihbari açıdan Çin’e destek verip Doğu Türkistan millî kuvvetlerinin bastırılmasında etkili olmuştur.

Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını ortadan kaldıran ve Hocaların kukla yönetimini yıkan Çinlilere karşı bölge halkının isyanı 1764 senesine kadar sürmüştür. 10 yıl devam eden direniş boyunca 500.000’den fazla Doğu Türkistanlının öldüğü kaydedilmektedir.

Devletin yıkılmasında ne yazık ki Müslüman Çinli Donganların da rolü olmuştur. Doğu Türkistan işgal edildikten sonra göçmen Çinlilerle birlikte Doğu Türkistan’a gelmeye başlayan Donganlar, Müslüman oldukları için fazla dikkat çekmemiş ve tepki görmemiştir. Ancak Donganların bölgenin bağımsızlık çabalarında ve diğer siyasi olaylarda sürekli Çin tarafında yer almaları ve kültürel anlamda tamamen Çin kültürüne mensup olmaları, Doğu Türkistan Devleti için olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Ne var ki bölgede yaşanan katliamlarda payı olan bu Müslüman Çinliler de bir süre sonra Ruslar tarafından katledilmiştir.

Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin yıkılmasından 11 sene sonra, bölgedeki Çin milisleri Çin merkezî hâkimiyetini elinde tutan Guo Mindang (GMD) hükümetine bağlanmıştır. Milliyetçi Çin yönetiminin bölgede artan baskıları üzerine Doğu Türkistan’ın Gulca şehrinde Ali Han Töre liderliğinde başlayan ayaklanma, Kazak kabilelerin de katılmasıyla Kasım 1944’te bu kez Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunu getirmiştir. Böylece bölgede yeni bir bağımsızlık dönemi başlamıştır.

Aynı sıralarda Çin’in diğer bölgelerinde ÇKP ile milliyetçiler arasında yaşanan iç savaşta, Sovyetler Birliği’nin desteğini alan Komünistler güçlerini artırmıştır. Bu kargaşa döneminde, 13 Haziran 1946 tarihinde, Ali Han Töre gözaltına alınıp kaçırılmış ve hemen ardından başlayan sindirme operasyonlarında binlerce kişi tutuklanıp hapse atılmış ya da idam edilmiştir.[25]

1949 yılında Komünist güçlerin tüm Çin’de yönetimi ele geçirdiği sıralarda, Doğu Türkistan’da da Ahmet Can Kasımi isimli yerel bir yönetici Rusların desteğiyle göreve getirilmiştir. Hiçbir pazarlık şansı olmayan Kasımi, ÇKP ile masaya oturarak Doğu Türkistan Cumhuriyeti hükümetinin feshedildiğini, kendisinin de Sincan Eyalet Başkan Yardımcısı olduğunu ilan eden bir anlaşma imzalamıştır. Çok geçmeden de -aynı yıl- Pekin’e giderken şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetmiştir.

13 Ekim 1949’da ÇKP kuvvetleri Urumçi’ye ulaştıktan sonra, yerel Türk kuvvetleri dağıtılmıştır. ÇKP, kendisine itaat etmeyen komuta kademesini ve Türk asıllı askerleri de 1955 senesine kadar tasfiye etmiş; bağımsızlık yanlısı milliyetçiler, aydınlar, din adamları ve bölgenin ileri gelen eşrafını da ya tutuklamış ya da idam ederek ortadan kaldırmıştır.

1955’te Doğu Türkistan’a özerklik statüsü verilerek bölgenin adı Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak değiştirilmiştir. Bu tarihten itibaren Doğu Türkistan’ın 1.000 yıllık Türk İslam geleneğini devam ettiren tüm medreseler kapatılmaya ve geçmişe ait tüm izler silinmeye başlanmıştır.

Komünist Çin İşgali ve Kolonizasyon
1949 yılında ÇKP’ye bağlı ordunun Doğu Türkistan’a girmesiyle bölgede bugüne değin süren yeni bir tarihî süreç başlamıştır. Orta Asya ülkeleri olarak isimlendirilen Batı Türkistan coğrafyasının da Sovyetler Birliği işgalinde olması nedeniyle Doğu Türkistan’ın tüm dünya ile bağlantısı kopmuş ve bölge âdeta kapalı bir kutu hâline gelmiştir. Çinliler bir taraftan çok yoğun Komünizm propagandası yaparken diğer taraftan toprak reformu, üretimi kamulaştırma, sosyalist paylaşım adı altında toplumsal dönüşüm politikalarını hızlı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Bu politikalar çerçevesinde ilk olarak toplumun önde gelen eşraf aileleri yok edilmiş, halkın elindeki üretim araçlarına el konulmuş ve insanlar topraksızlaştırılarak zorunlu çalışma kamplarına alınmıştır.

Doğu Türkistan halkının Müslüman olması hasebiyle bölgede kendi ideolojisini yaymada zorlanan ÇKP yönetimi, bu sebeple İslami eğitimin temel kurumları durumundaki medreseleri kapatarak halka liderlik yapabilecek din adamlarını ve aydınları halk düşmanı(!) ilan edip ortadan kaldırmıştır. Bu radikal değişim ve baskılar nedeniyle 1950-1952 yılları arasında Doğu Türkistan’da on binlerin katıldığı ayaklanmalar olduysa da bunların hepsi ÇKP askerleri tarafından şiddetle bastırılmıştır.

1955 senesine gelindiğinde, sosyalist devlet anlayışı ve azınlık ulusların haklarının korunması vaadiyle Doğu Türkistan’a “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” adı verilmiş ancak bu durum bölgede pek bir şeyi değiştirmemiş; yerel hükümet temsilcileri ve yöneticiler yine bizzat ÇKP tarafından atanmaya devam etmiştir. Ayrıca bu görevlere getirilenlerin tümü Çinli olmak mecburiyetinde olduğundan bölge idari açıdan “özerk” olsa da Uygur kimliği tamamen reddedilerek tüm kararlar Komünist Parti başkanlığınca alınmıştır.

1950’li yıllarda Çin’in bir diğer uygulaması, bölgenin demografisini değiştirmek üzere giriştiği iskan siyasetidir. Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na bağlı bazı birlikler bölgeye konuşlandırılmış ve çok sayıda Çinli sivil Doğu Türkistan’a yerleştirilmiştir. Çin Halk Kurtuluş Ordusu’na bağlı birinci ve yirmi dördüncü kolorduların toplam 175.000 askeri de Doğu Türkistan’a getirilmiştir. Bingtuan (Sincan Üretim ve İnşa Kuvvetleri) adı verilen bu birlikler sadece askerî amaçla değil, bölgedeki tarımsal üretimi kontrol için de gönderildiklerinden en verimli toprakların kullanım hakları onlara bırakılmıştır.[26] Bu askerî birlikler bir yandan bölgenin verimli topraklarında tarımsal üretim yaparken bir yandan da petrol ve diğer doğal zenginliklerin çıkartılmasında özel imtiyaz sahibi olmuştur. 1966’da 1.480.000’e ulaşan Bingtuan nüfusu, 2010 yılında 2.600.000’i aşmıştır.[27] Bölgedeki en verimli yerler olan Cungar ve Tarım Derya havzalarındaki sulak alanlara yerleştirilen bu birlikler, büyük ölçüde tarımsal ürünlerin ve gıda ham maddelerinin üretimini ellerinde tutmaktadır.

1966 senesi, Çin’de Mao Zedong liderliğindeki Kültür Devrimi’nin başladığı milat olmuştur. Devrimin hem ülke çapındaki tüm halklar açısından hem de Doğu Türkistan halkı açısından çok yıkıcı sonuçları olmuştur.

1960’lı yıllardan itibaren Çin ile Sovyetler Birliği arasında yaşanan çeşitli anlaşmazlıklar sırasında iki ülkenin sınır bölgelerini oluşturan Doğu Türkistan’da da gerginlik artmıştır. Bu süreçte İli ve Tarbagatay bölgelerinde yerel halktan yaklaşık 500.000 kişi Çinlileştirme politikasına karşı günümüzdeki Kazakistan topraklarını kapsayan Sovyet bölgelerine göç etmiştir.[28] Böylece Çin, hem istemediği Türklerin önemli bir bölümünden kurtulmuş hem de Sovyet casusu olmakla suçladığı nüfusu dağıtmıştır.

1966 senesi, Çin’de Mao Zedong liderliğindeki Kültür Devrimi’nin başladığı milat olmuştur. Devrimin hem ülke çapındaki tüm halklar açısından hem de Doğu Türkistan halkı açısından çok yıkıcı sonuçları olmuştur. Mao’nun devrimci dayatmalarının en temel hedefleri, toplumu geleneksel değerlerinden ve bağlarından koparmak, dinî inançlarından vaz geçirmek, yeni tip bir birey yaratmak ve Doğu Türkistan özelinde de tüm Uygurları zorla Çinlileştirmek şeklinde sıralanmıştır. Doğu Türkistan’ın gasp edilmiş hakları bu devrimle iyice bastırılırken, Türk İslam kültürüne ait her şey gericilik ve yobazlık adı altında düşman ilan edilmiş ve bu süreçte yüzlerce aydın ve âlim katledilmiştir. Bu baskılara karşı, 1967 yılında Urumçi’de Doğu Türkistan Halk İnkılabı Partisi kurulmuş ve mücadeleye girişmiş olsa da fazla uzun ömürlü olamamış ve parti lideri Tohti Kurban 1969’da tutuklanıp idam edilmiştir.

1976 yılında Mao’nun ölümü ardından ÇKP, ılımlı ve radikal kanatlar arasında ikiye ayrılınca, bu iç çekişme 1978 yılında açılımcı kanadın temsilci Deng Xiaoping’in ipleri eline almasıyla sonuçlanmış ve ülkede yeni bir dönemin kapıları aralanmıştır. Reformlar çerçevesinde, Çin sınırları ticarete açılıp Batı ülkeleri ve özellikle de ABD ile yakın ilişki kurma girişimleri artarken, ülkede “devlet kapitalizmi” hız kazanmıştır. Bu politikaların Doğu Türkistan’a bazı olumlu yansımaları olmuş ve en azından hac ibadeti ve yurt dışı seyahati, komşu ülkelerle ticaret, Çin’in iç kesiminde ve yurt dışında eğitim alma, camilerin açılması ve yenilerinin inşası gibi alanlardaki baskılar gevşetilmiştir.

Bu tür küçük adımlar atılsa da bölgede temel sorun alanlarında yaşanan sıkıntılar sürmüştür. Zira yeni dönemin kâr marjı yüksek sektörlerinden maden işletmesi, petrol ve ham madde üretimi, sanayi işletmeleri, inşaat sektörü, ulaşım, haberleşme ve yabancı firmalarla ortak iş yapma gibi alanlarda Uygur Türkleri bariz bir ayrımcılığa maruz bırakılmıştır. Han Çinlilere yönelik uygulanan iskan politikası yüzünden bölgedeki ayrımcılık ve kutuplaşma giderek tırmanmıştır. Han Çinli nüfusun hızla artması, tarım alanlarında ve yaylalarda ciddi hak ihlalleri yaşanmasına sebep olmuştur. Yerel yönetim ve hükümet temsilciliklerinde de Uygur Türkleri ancak düşük ve sembolik kadrolarda istihdam edilmiştir.

Böylece Çin yönetimi her ne kadar kültürel bütünleşme ve ulusların dayanışması propagandası yapıyor olsa da sosyal eşitsizlik ve siyasi baskılar 1990’lardan itibaren bölgenin yerlisi Uygurlarla Han Çinliler arasındaki etnik çatışmaları tetiklemiştir. Soğuk Savaş’ın sona erdiği bu süreçte birçok eski Komünist ülkede demokrasi talepleri yükselirken, Çin’deki benzer talepler rejimin sert tepkisiyle bastırılmıştır. Çok geçmeden de Doğu Türkistan’da siyasi haklar ve dinî ibadetlere ilişkin yasaklar yeniden genişletilmiştir.

Doğu Türkistan’da Han Çinlilere yönelik uygulanan iskan politikası yüzünden bölgedeki ayrımcılık ve kutuplaşma giderek tırmanmıştır.

Sovyetlerin parçalanmasından sonra Orta Asya’da başlayan bağımsızlık dalgası, Doğu Türkistan’daki Türklerin bağımsızlık isteklerini de yeniden harekete geçirmiştir. Aslında başarısız bir Komünizm uygulayan sadece Sovyetler Birliği değildir, Çin içinde de tam demokrasi talepleri çoktan başlamıştır. Ülkedeki bu kalkışmaları kanlı biçimde bastıran ÇKP, Orta Asya’daki uyanışa en yakın kriz noktası olarak gördüğü Doğu Türkistan’daki en küçük bir hareketlenmenin dahi olayları kontrolden çıkarabileceğini değerlendirip bölgeye daha fazla askerî birlik göndererek baskıları yoğunlaştırmıştır.

Bu süreçte -1996 senesinde- Çin’in öncülüğünde kurulan Şangay İşbirliği Örgütü, aslında Doğu Türkistan’ı da içine alan Orta Asya bölgesindeki gelişmelerden duyulan kaygı üzerine tesis edilmiş bir yapıdır. Tam bağımsızlık talebindeki yeni Orta Asya cumhuriyetlerini kontrol altında tutmayı amaçlayan bu taktik, “radikal akımlarla mücadele” adı altında bölgesel uyanışa karşı bir ön alma çabasından başka bir şey değildir. Bununla birlikte 1990-2000 yılları arasında çok sayıda şiddet olayının meydana geldiği bölgede, gerilimin dozu giderek artmıştır. Örneğin; dinî ibadetlerin serbest bırakılması ve doğum kontrol yasasının iptali için 1997 senesinde Gulca’da yapılan protestolara şiddetle müdahale edilmiş ve bu süreçte çok sayıda sivil hayatını kaybetmiştir.

11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de gerçekleştirilen el-Kaide saldırıları, dünyanın öbür ucundaki Çin yönetimi tarafından Doğu Türkistan’daki tüm muhalif düşünce ve hareketleri sindirmek için fırsata dönüştürülmüştür. Bu süreçle birlikte bütün aykırı hareket ve düşünceler, kolayca “terör” yaftası vurularak tasfiye edilmeye başlanmıştır. ABD ve Batılı ülkelerin gündemi terörle meşgulken, ÇKP yönetimi de terör söylemine sarılarak, onlarca yıldır işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan’daki gerilimi, sanki 1990’larda ortaya çıkmış bir terör sorunu gibi lanse etmeye girişmiştir. Çin’in bu yaklaşımı, kendileri de İslam’a ilişkin ön yargılı her türlü tezi kabul etmeye yatkın Batı ülkeleri ve ABD tarafından kolaylıkla kabul edilmiştir.

Bu dönemde ayrımcı politikalarını bir kademe daha ilerleten ÇKP, 2005 yılından itibaren üniversitelerde, 2007’den sonra ise ilkokullarda Türkçeyi eğitim dili olmaktan çıkartmıştır.[29] 2000 senesinden itibaren yüksek puanla mezun olan ortaokul öğrencileri Çin’in iç bölgelerindeki liselere götürülüp askerî disiplin içinde ve ana dillerinden mahrum olarak yetiştirilmeye başlanmıştır. 2006 senesine kadar Doğu Türkistan’dan Çin’e götürülen toplam öğrenci sayısı 10.000’i bulmuştur.[30]

2008 senesinde Pekin’de düzenlenen olimpiyatların güvenliği bahanesiyle bütün köy ve mahalleler dâhil olmak üzere Doğu Türkistan’ın güneyindeki kontrol noktaları arttırılmıştır. İnsanların seyahat özgürlüğü büyük ölçüde kısıtlanırken, keyfî tutuklamaların sayısında da önemli bir artış yaşanmıştır. Bu uygulamalar, güvenliği sağlamak şöyle dursun, bölgeyi daha da kırılgan bir hâle dönüştürmüş ve şiddet olayları yaşanmaya devam etmiştir.

5 Temmuz Katliamı
Yukarıda işaret edildiği üzere, 2000’li yılların başından itibaren Doğu Türkistan’daki baskılarını artıran Çin yönetimi, 2005 senesinden sonra Doğu Türkistan’ın köylerinden genç kızları Çin’in farklı bölgelerinde bulunan fabrikalara işçi olarak götürme uygulamasını başlatmıştır. Sadece 2006 senesinde Yopurga nahiyesinden yaklaşık 2.500 Uygur kızının Çin’in Shandong eyaletine götürüldüğü kaydedilmektedir.[31] İlk başlarda bazı aileler kızlarını göndermeye ekonomik gerekçelerle ikna(!) edilmişse de çoğu aile bu teklifi kabul etmemiş, bunun üzerine Çin’e götürülecek kızların yaş sınırlaması ve kontenjan konusunda her köy ve kasaba için zorunlu kotalar konulmuştur. Yerel yöneticiler, ÇKP’nin bölge başkanlıklarına karşı bu kontenjanları doldurmak ve belirlenen süre içinde kızları teslim etmekle yükümlü tutulmuştur; ancak sadece genç kızların götürülmesi çok fazla tepki çekince, genç erkekler için de aynı uygulama başlatılmıştır. Gerekçe ise; fazla iş gücünü değerlendirmek, fakir aileleri zenginleştirmek olarak ifade edilmiştir. Ancak götürülen kızlardan ailelerine dönmek isteyenlere izin verilmemesi, kızların çalıştırıldıkları fabrikalarda hapis hayatı yaşaması, maaşlarının ödenmemesi, taciz ve tecavüz olayları gibi vakaların duyulmaya başlanmasıyla uygulamaya yönelik tepkiler yeniden artmıştır.

5 Temmuz 2009 tarihinde Urumçi’de meydana gelen olaylar bu gerilimin zirve noktasıdır. Söz konusu sürecin fitilini ateşleyen hadiseler 26 Haziran’da Guangdong eyaletine bağlı Shaoguan nahiyesindeki bir oyuncak fabrikasında, Han Çinli işçilerin Uygur işçilere saldırması üzerine başlamıştır. Olayların fabrika dışına taşması ve ırkçı Çinlilerin de çatışmalara müdahil olmasıyla çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir.[32] Bu gelişmelerden sonra hükümetin yine Uygurları suçlayan yaklaşımı ve Çinlilerin sosyal medya platformlarındaki ırkçı tavırları, Doğu Türkistanlılar için bardağı taşıran son damla olmuştur. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen fabrikadaki olayın faillerinin yakalanmaması üzerine, Urumçi şehrinde çoğu üniversite öğrencisi olan bir grup, sosyal medyada örgütlenerek, Shaoguan’da öldürülenlerin haklarının korunması, insanların zorla Çin’e götürülmemesi, artan baskı ve ayrımcılık politikalarından vaz geçilmesi talepleriyle sokaklara dökülmüştür.

Protestoların büyümesi üzerine Çin polisinin sert müdahaleleri başlamış ve olaylar bir anda çatışmaya dönüşmüştür. Havanın kararmasıyla polis özel kuvvetleri protestocuları gördükleri her sokakta sıkıştırıp infaz etmiştir. O tarihten itibaren Doğu Türkistan’da altı ay boyunca internet erişimi kapatılmış, kitlesel tutuklamalar başlamış ve 7 Temmuz’dan sonra Urumçi’de yaşayan sivil kıyafetli Çinli milisler, intikam için âdeta Müslüman Türk avına çıkmıştır. Çin polisi Han Çinlilere hiçbir müdahalede bulunmadığı gibi, polisin milislere kesici aletler ve sopalar dağıttığını gösteren bazı video kayıtları da ortaya çıkmıştır.[33]

Çin resmî haber ajansına göre, çıkan çatışmada 137’si Han Çinli, 46’sı Uygur Türkü, 1’i Hui olmak üzere 184 kişi hayatını kaybetmiş,[34] 1.680 kişi yaralanmış, 1.434 kişi de tutuklanmıştır.[35] Ancak Dünya Uygur Kongresi’nin yaptığı açıklamada, Urumçi’de en az 1.000 Uygur Türkü’nün öldürüldüğü, hatta bu rakamın 3.000’i bulabileceği belirtilmiştir.[36]

Çin yönetimi, 2005 senesinden sonra Doğu Türkistan’ın köylerinden genç kızları Çin’in farklı bölgelerinde bulunan fabrikalara işçi olarak götürme uygulamasını başlatmıştır.

Uluslararası arenada, olaylar sırasında zarar gören Çinlilere ait fotoğrafları yayarak 5 Temmuz’da yaşananları bir terör saldırısı gibi göstermeye çalışan ÇKP, aynı zamanda tutuklama ve sürgün politikalarını da en sert biçimde uygulamaya koymuş ve bu konuda daha rahat hareket edebilmek için de yeni bir Terörle Mücadele Yasası ilan etmiştir.[37] Böylelikle Doğu Türkistan’daki her olay terörle irtibatlandırılarak cezalandırılabilir, olaylara müdahale sırasında polisler serbestçe ateş edebilir, gece baskınlarıyla tutuklama yapabilir, mahkeme kararı olmadan hapsedebilir hâle gelmiştir. Doğu Türkistanlılar bu yasayla bir yandan açık hedef yapılırken bir yandan da topyekûn terörist muamelesi görmeye başlamıştır. 2018 senesinde yayımlayan bir raporda, bu olaylardan sonra Doğu Türkistan genelinde 2.805.000 kişinin göç ettirildiği belirtilmiştir.[38]

Olaydan sonraki beş ay içinde Uygur Türkçesinde yayın yapan web sitelerinin %80’i kapatılmıştır. Çin genelindeki televizyon ve medya kuruluşları da sürekli olarak Doğu Türkistanlıların “ayrılıkçı”, “terörist” ve “radikal düşünceye sahip insanlar” olduğu propagandasını yapmıştır. 2010 senesi Mayıs ayında Pekin’de Sincan Çalışma Forumu düzenlenmiş ve Doğu Türkistan’daki meselelerin temelinde ekonomik geri kalmışlığın yattığı, ekonominin kalkınması hâlinde her şeyin çözüleceği, ortada hiçbir etnik mesele ya da politik hata olmadığı savunulmuş ve Kaşgar ve Korgas, ekonomik serbest bölge ilan edilmiştir. Bu kararın ardından bölgeye “işçi” adı altında çok sayıda Çinli göçmen getirilirken, bölgenin yerlisi Uygurlar ise başka bölgelere “işçi” olarak götürülmüştür.

Bölgede bir yandan bütün bu ekonomik görünümlü baskı ve ayrımcılık politikaları sürerken bir yandan da İslami birçok uygulama, güvenlik gerekçesiyle suç sayılmaya başlanmıştır. Erkeklerin sakallı veya kadınların örtülü olması insanların suçlanması için yeterli hâle gelmiş, keyfî tutuklamalar artmıştır. Bölgede tansiyonun yükselmesi, karşı şiddeti besleyince Çin karakollarına ve hükümet binalarına yönelik saldırılar düzenlenmiştir. Özellikle 2013-2015 arasında Çin güvenlik güçlerini hedef alan bazı saldırılar meydana gelmiştir. Bu olayların bir kısmı Çin güvenlik güçlerinin kasti provokasyonlarının bir sonucu olarak yaşanmıştır. Örneğin, 27 Temmuz 2014’te Yarkent’e bağlı İlişku’daki bir köyde, kadınların ibadet ettiği bir eve baskın yapan Çin polisi birçok kişiyi katletmiştir. Eşleri öldürülen erkekler, suçluların cezalandırılmasını isteyerek protesto yürüyüşü yapınca, bu kez yine kalabalığın üzerine ateş açılmıştır. Bölgede bu olaydan sonra başlayan ve günlerce devam eden çatışmalarda, birkaç köy haritadan silinmiş ve en az 2.000 kişi öldürülmüştür.[39]

İnsani Durum ve İhlaller
Doğu Türkistanlı Uygur Türklerinin çoğu çiftçilik yaparak, şehir ahalisinin çoğu da esnaflık ve küçük işletmelerle hayatlarını sürdürmektedir. Göçebe olarak yaşayan ve Çinliler tarafından yerleşik hayata zorlanan Kazak ve Kırgız Türkleri ise hayvancılıkla geçimlerini sağlamaktadır. Bölgede Müslümanlara ait büyük sanayi yatırımları veya şirketler bulunmamaktadır.

Nüfus yoğunluğuna nazaran ekilebilir arazi açısından çok zengin olmayan Kaşgar ve Hoten’de mevcut ekilebilir arazilerin çoğu da Çin ordusuna ait Bingtuan tarafından kontrol edilmekte ve Müslüman köylülere ancak karınlarını doyurabilecekleri kadar ekim yapmaları için izin verilmektedir. Doğu Türkistan’ın farklı bölgelerinden insanlar, tarım arazilerinin biraz daha fazla olduğu Aksu, Kuça, Karaşehir ve Cungarya havzalarına mevsimlik işçi olarak gitmektedir.

Kazak ve Kırgız Türklerinin sahip olduğu yaylalar da Çinliler tarafından alınarak tarlalara dönüştürüldüğünden, insanların önemli bir bölümü, ya Çinlilerin yanında asgari ücretle çalışmakta ya da işsiz kalmaktadır. Kuruyemiş, özellikle üzüm üretiminde ön planda olan Turfan Havzası’ndaki üretimin kontrolü de yine Çinli tüccarların elindedir.

ÇKP resmî rakamlarına göre Doğu Türkistan’ın yıllık geliri 1955 yılında Çin parasıyla 230 milyon RMB iken, 2014’te 920 milyar RMB’ye yükselmiştir.[40] 2018 rakamlarına göre Doğu Türkistan’da yaşayan insanların kişi başı geliri, kırsal kesimde yaklaşık 11.975 RMB (yaklaşık 1.700 dolar) ortalamaya sahiptir, şehirde yaşayanlar için bu rakam 32.764 RMB (yaklaşık 4.700 dolar) olarak kaydedilmiştir. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken asıl husus, Doğu Türkistan’da şehirde yaşayanların büyük bölümünün Çinliler olduğu gerçeğidir; yani kişi başı gelirin yüksek olduğu kesim, büyük oranda bu Çinli nüfustur, kırsal kesimin büyük bölümünü ise Uygur Türkleri oluşturmaktadır.[41] Özellikle Uygurların yaşadığı Hoten, Kaşgar ve Kızılsu vilayetlerinin köylerindeki yoksulluk çok belirgin bir düzeydedir. Aynı yıl tamamen Çinlilerden oluşan Jiangsu eyaletindeki kişi başı ortalama gelirin yaklaşık 115.000 RMB (16.428 dolar)[42] olduğu düşünüldüğünde, Uygurların sosyoekonomik anlamda ayrımcılığa maruz kaldığı açıkça anlaşılmaktadır.

Doğu Türkistan doğal kaynaklar açısından Çin sınırları içerisindeki en zengin bölge olmasına rağmen toplumsal gelişmişlik ve refah bakımından eyalet statüsündeki 31 bölge içinde 21. sırada yer almaktadır.[43] Toplama kampları kurulduktan sonra köylerdeki genç erkeklerin önemli bir bölümü götürüldüğü için de birçok yerde tarlalardaki mahsullerin toplanması dahi problem olmuş ve görece fakirlik daha da artmıştır.

Uygur ailelerin ama özellikle erkekleri sözde “eğitim kamplarına” gönderilen ailelerin yanına Çinli bireyler yerleştirilmekte ve Çin-Uygur tanışması adı altında insanların mahremiyetleri ihlal edilmektedir.

Bölgedeki durum eğitim imkânları yönünden de çok farklı değildir. Doğu Türkistan Çin’in diğer eyaletlerine göre bu konuda da oldukça dezavantajlı görünmektedir. Bölgede, Çin’in geri kalanında olduğu gibi, dokuz yıllık zorunlu eğitim sistemi uygulanmaktadır. Okullar eğitim faaliyetlerini bölge insanının inancına tamamen yabancı bir şekilde ateist ve Komünist ideoloji ile yürütmektedir.

Zorunlu eğitimini tamamlayan öğrenciler, üç yıllık lise eğitiminden sonra kazanırlarsa üniversite de okuyabilmektedir. Doğu Türkistan’da 46 üniversite bulunmaktadır ve tercih listesinde Çinli ve Çinli olmayan ayrımı olduğundan, Uygurların istedikleri her bölümde eğitim almaları mümkün değildir. Eğitim imkânları yönünden Han Çinlilere Uygurlar dâhil diğer tüm azınlık grupları arasında bariz bir ayrımcılık yapılmaktadır.[44]

Bölgedeki yerel yöneticilerin aşırıcı gruplarla mücadele adı altına sıradan dindar insanların yaşayışlarına müdahaleleri ve inançlarına ilişkin baskıları, Uygurların en önemli şikâyetleri arasındadır. Çin yönetiminin Doğu Türkistan’daki bu tür uygulamalarından bazıları şöyle sıralanabilir: ibadethanelerin kullanımının sınırlandırılması, İslam’a uygun kıyafetler giyilmesinin yasaklanması, dinî yükümlülüklerin yerine getirilmesinin kısıtlanması, dinî eğitime yönelik engellemeler, İslam’ın bazı kurallarının aşağılanması, kültürel birtakım hakların engellenmesi vb.

Uygurların yaşadığı en büyük sorunlarından biri de hukuksuz tutuklamalar ve gözaltına alınanlara yönelik aşırı uygulamalardır. Ailelere gözaltına alınan yakınlarıyla ilgili genellikle açıklama yapılmamakta, hangi suçtan tutuklandıkları, nerede tutuldukları yahut ne kadar süre tutulacaklarıyla ilgili bilgi verilmemektedir. Özellikle gözaltına alınan erkek aile bireylerinin akıbetleriyle ilgili resmî makamlarca aileye bilgi verilmediğini söyleyen pek çok Uygur, yakınlarının nerede ve hangi gerekçeyle tutulduğunu öğrenememektedir.

Bölgeden dışarı çıkabilenlerin aktardığı en önemli hak ihlallerinde biri de “ikiz akraba/aile olmak” uygulamasıdır. Buna göre, belirlenmiş Uygur ailelerin ama özellikle erkekleri sözde “eğitim kamplarına” gönderilen ailelerin yanına Çinli bireyler yerleştirilmekte ve Çin-Uygur tanışması adı altında insanların mahremiyetleri ihlal edilmektedir. Buna benzer bir diğer uygulama da ailelerin yanına devlet memurlarının yerleştirilmesidir ki, bu da çok ciddi istismarlara yol açabilmektedir.

Yurt dışında akrabaları olanlara şüpheyle bakılması da en sık dile getirilen şikâyetlerden biridir. Kişi, özellikle bir İslam ülkesinde yaşıyor veya okuyor ise, hem kendisi hem de Doğu Türkistan’daki akrabaları âdeta potansiyel suçlu muamelesi görmekte ve fişlenmektedir. Yurt dışında çalışanların akrabalarına para göndermesi ya da yurt dışında okuyan öğrencilerin aileleri ile iletişim kurma isteği gibi makul talepler dikkate alınmamaktadır. Benzer şekilde Uygurların yurt dışına seyahatleri ve yurt dışındakilerin memleketlerine dönüşleri ve akraba ziyaretleri konusunda da ciddi kısıtlamalar uygulanmaktadır.

Çin yönetiminin Uygurlara yönelik diğer ihlallerinden bazıları ise; ekonomik konulardaki baskılar, gerekçesiz vergiler, mülke zorla el koyma, Uygur kızların uzak bölgelere zorunlu işçi olarak gönderilmesi vb.dir. Ayrıca bölgedeki yer altı zenginliklerinin bölge halkının istifade edeceği şekilde, yine bölgesel yatırımlara yönlendirilmesi de en büyük beklentilerden biridir.

Toplama Kampları
Her türlü dinî ibadetin kısıtlandığı Doğu Türkistan’ın dört bir yanında, 2013 yılından itibaren gizli kapaklı ellerce yoğun bir DAEŞ terör örgütü propagandası başlatılmıştır. Bu dönemde ilginç bir şekilde binlerce Doğu Türkistanlı, normal şartlarda kuş bile uçurulmayan Güney Çin sınırlarından sorunsuzca geçerek Malezya ve Tayland üzerinden Suriye ve Irak’a doğru transfer edilmeye başlanmıştır. Bu noktada Çin güvenlik güçlerinin izni olmadan adım atmanın dahi mümkün olmadığı bir ortamda, binlerce Uygur Türkü’nün kolaylıkla ülke dışına çıkarılması son derece dikkat çekicidir.

Bu kolaylığın sebebi, kısa süre sonra Çin medyası ve uluslararası basın kuruluşlarında, DAEŞ saflarındaki Türkistanlılar konusu yoğun biçimde işlenmeye başladığında anlaşılacaktır. Doğu Türkistan’daki zulmü ve işgali onlarca yıl öncesine dayanan Çin yönetimi, böylece bölgedeki sorunu sanki yeni ortaya çıkmış bir terör(!) meselesiymiş gibi yansıtmak için iyi bir fırsat yakalamıştır. Bu sayede, Batılıların ve İslam dünyasının tepkisini önlemek adına kendisinin radikal İslamcılarla mücadele ettiği propagandasını rahatlıkla yapma imkânı bulan Çin, kendini terör kurbanı “masun” bir ülke olarak yansıtmaya başlamıştır.

Çin böylece kendince moral üstünlüğü ele geçirdiğini düşünerek Doğu Türkistan’daki baskı politikalarını bir kademe daha arttırmıştır. Bu yeni uygulama, insanların radikal düşüncelerden arındırılması adı altında eğitim kamplarına alınmaları ve Çinli ailelerle Uygur ailelerin kardeş yapılması gibi süslü birtakım sloganlarla yürütülmeye başlanmıştır.

Doğu Türkistan’daki toplama kampları için dönüm noktası, Tibet bölgesi ÇKP eski genel sekreteri Chen Quanguo’nun 2016 senesi Ağustos ayında Doğu Türkistan’a genel sekreter olarak atanması olmuştur. Tibet Özerk Bölgesi Komünist Parti Sekreterliği yaptığı dönemlerde bölge halkına uyguladığı aşırı baskı ve cezalandırma politikaları ile tanınan Quanguo, Doğu Türkistan’da göreve geldikten sonra ilk icraat olarak her Uygur Türkü ailenin yanına bir Çinli yerleştirmeyi hedefleyen “Aile Olmak” projesini yürürlüğe koymuştur. Bu çerçevede, Uygur ailelerin yanına Çinli görevliler yerleştirilerek kültürel etkileşim adı altında tüm aile mahremiyeti ve özel hayat gözetim altına alınmaya başlanmıştır.

Bu uygulama ile Doğu Türkistan’daki her Müslüman aile için özel sicil kayıtları açılmış; aile bireylerinin Çin için tehdit oluşturup oluşturmadığı, sülale yapısı, dinî yaşamı, örf ve âdetlere bağlılığı gibi bilgiler kayıt altına alınmıştır. Bu sayede “Çinlileşmeye” elverişli olmayanların ve gelecekte Çin’e tehdit olma ihtimali bulunanların tespit edilmesinin amaçlandığı belirtilmektedir. Bu proje ile Doğu Türkistanlı din adamları, aydınlar, kanaat önderleri, zenginler, kısacası herkes en detaylı şekilde kaydedilmiştir. Ayrıca 2017 senesinde yurt dışında eğitim gören Doğu Türkistanlı öğrencilere de aynı yıl mayıs ayına kadar Çin’e dönmeleri için tebligat gönderilmiştir.[45]

Doğu Türkistan’daki aileleri üzerinden baskı ve tehdide maruz kalan başta Mısır olmak üzere yurt dışındaki binlerce öğrenci, eğitimlerini yarıda bırakarak geri dönmek zorunda kalmıştır. Ancak dönenlerin tutuklandığı yönündeki haberlerin duyulması &uum

Yazar
YORUMLAR
YORUM YAP
0 Yorum bulunmaktadır.