Yıl 1917, Rusya'da Bolşevik devrimi olmuş, Çarlık siyasetinden bıkan Batı Türkistan halkı, biraz da Bolşeviklerin sloganları yüzünden, ortak bir gelecek kurabilmenin hülyasına düşmüşlerdi.
Lakin kısa zamanda Çarlıkla Sovyet'in farkının sadece tabelada olduğunu yaşayarak öğrenen Batı Türkistanlılar ya mücadele ederken şehit olmuşlar ya da soluğu Türkiye'de alabilenler "Uluğ Türkistan davası"nı Türk dünyasının kalpgahı Türkiye'de sürdürmeye başlamışlardı.
Yıl 1949, Çin'de Komünistler iktidarı gasp etmiş, bütün Çin'de olduğu gibi Doğu Türkistan da komünist işgale maruz kalmıştı. Doğu Türkistan'da da, Batı Türkistan'da olduğu gibi, komünist sloganlarına inanıp yeni dönemin eşitlik ve adalet üzere olacağını hayal edenler vardı. Lakin komünist belayı ve "sarı ejder"i yakinen bilenler, "vatan için vatandan ayrılmaya" karar verip, tarihin en dramatik göç hadisesini Himalayaları, aç ve açıkta, aşıp 1952'de Türkiye'ye vuslat ederek gerçekleştirmişlerdi.
Zikredilen tarihlerden itibaren Uluğ Türkistan'ın Batı kısmında Sovyet, Doğu kısmında da Çin komünistlerinin işkence ve zulmü, her geçen gün pervasızca artmakla kalmamış, sıradanlaşmıştı da.
Doğu Türkistanlıların 1952 yılı itibariyle iskanlı göçmen olarak Türkiye'ye kabullerinden sonra "Uluğ Türkistan davası"nın yol haritasını 15 Mart 1952 tarihli "Ankara toplantısı" ile kararlaştıran Uluğ Türkistanlı liderler, davalarını anlatmaya, konferanslar vermeye, gazete ve dergiler çıkarmaya, stk'lar kurmaya, teknolojinin gelişmesiyle beraber de tv ve radyolarda dertlerini anlatıp hem dertlerini bulmaya gayret etmişlerdi.
1991 itibariyle Batı Türkistan, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile azadlığına kavuşmuş olsa da, Doğu Türkistan Türklüğü, son 10 yıldır, maalesef Komünist Çin pençesinde "II. Endülüs olmama" mücadelesi vermekte.
Bu yazıda Doğu Türkistan'da yaşanan vahşeti tekrar etmek istemedim, çünkü yazdığımda hem kahroluyorum hem de Aliya İzzetbegoviç'in "…Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır." sözü boğazıma düğümlenmekte.
1952 yılı sonrası, bütün imkansızlıklara rağmen, Türkiye'de Doğu Türkistan davasını anlatma gayretinde olan İsa Yusuf Alptekin merhumun "Aziz Türkiyemizin âli menfaatleri her şeyin üzerindedir" sözü onun yolundan gidenlerin de şiarı olmuştur.
1952'den günümüze neredeyse 70 yıl geçmiş, bunun son 20 yılına bizzat şahit olan bir kardeşiniz olarak hiçbir Doğu Türkistanlı'nın İsa Yusuf Alptekin Beyimizin "aziz Türkiyemiz" sözüne halel getirdiğine şahit olmadım. Bununla birlite bir husus daha çok iyi biliyorum, o da "aziz Türkiyemizin" Doğu Türkistan'da yaşanan vahşete herkesten önce ve herkesten daha gür bir ses vereceğinin ümidi ile yaşamaktalar.
Yine biliyorum ki, hiçbir Doğu Türkistanlı ırzına geçilirken, işkenceye muhatap olurken, milli ve dini değerleri yanında bizatihi şahsen aşağılanırken, hakarete uğrarken, genç kızları "Allah diye bir kargışı olmayan" Çinlilerle evlenmeye zorlanırken, çocukları tam bir Çinli gibi yetiştirilmek üzere kreşlere toplanırken, milyonlarca insanı nazi kamplarına rahmet okutacak uygulamaların yaşandığı kamplara tıkılmışken onlar "Çin'e, bizim için savaş açın değil" hâlâ inatla "aziz Türkiyemiz" demekte, sabırla, zulme karşı gür bir seda beklemekteler.
Bu beklentiyi de davalarından önce "aziz Türkiyemizin âli menfaatleri" için istemekteler. Onlar zulme bizatihi muhatap olanlar olarak, sadece "bizi görün ibret alın" diyor, gerisini yüce Türk milletinin takdirlerine bırakıyorlar. Onlar Çin tehlikesini bizatihi tecrübe ederek tecrübelerini anlatma gayretindeler. Onlar, Çin tehlikesine karşı Türk ve İslam dünyasının, hatta insanlığın önündeki son kalenin Doğu Türkistan olduğunu avazları çıktığı kadar haykırmaktalar ve bizlerin de duyması için sabırla, metanetle mücadelelerine devam ediyorlar.
Evet, Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz kanaatimce vakurluklarından, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne sadakatlerinden, kardeşlik hukukunun gereğini yerine getirmekteler. Umarım, yarın çok geç olmadan, bizler de, dilsiz şeytan olmamak adına, zalimin zulmünü dile getirenlerden oluruz.