Doğu Türkistan’da 21. yüzyılın insanlık dramı yaşanırken, meselenin çözümünden ziyade enteresan bir şekilde taraf olanlar veya olmayanların konuşulduğu bir süreç yaşamaktayız.
Biz bu tiyatroyu daha önce de seyretmiştik…
Doğu Türkistan’da yaşanan onca ağır insan hakları ihlallerinin çözümüne dair ulusal veya uluslararası arenada ciddi adımlar atılmak yerine veya konu hak ettiği şekilde objektif olarak ulusal veya uluslararası kamuoyunda tartışılmaktan ziyade Çin’in bölgedeki uygulamalarına destek verenler veya vermeyenler üzerinden daha çok tartışılır hale gelmiş durumda.
Bu durum asıl büyük resmin ve oynanan oyunun görülmemesi adına kanaatimizce bir Çin siyaseti olarak uygulamaya konulmuş, bugüne kadar da bu siyasette başarılı olunmuş görünmektedir. Kanaatimizi güçlendiren birçok delil geriye dönük yaşanan olaylar sıralandığında görülecektir.
Doğu Türkistan meselesi ne zaman BM gibi uluslararası teşkilatlarda gündeme gelse ve bir karar alınsa, zaman kaybetmeden Çinli bürokratların bu türden teşkilatlarda harekete geçerek bölgede uyguladığı gayri insani davranışlara hak veren devletler veya siyasiler çıkarmaktaki aceleciliğine birçok defa şahit olduk.
Çin Devleti anlaşıldığı kadarıyla uluslararası sistemi çok iyi etüt etmiş ve asıl başarının “savaşmadan zafer kazanmak olduğu” milli prensiplerinin bir gereği olarak insanları, devletleri veya uluslararası kurum ve kuruluşları susturmanın ve kendi lehine hareket ettirmenin yolunu bulmuş gözükmektedir.
Bunun son örneğini ise Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın beyanatında gördük. Abbas’ın internet sitesindeki "Filistin’den, Doğu Türkistan’daki zulme destek" haberini okuduğumda kendi kendime aklıma gelen ilk yorum "bu olsa olsa bir akıl tutulması olabilir" oldu.
Mahmut Abbas’ın Çin Devlet Başkanı Xi Jin-pin ile yaptığı bir telefon görüşmesini Çin’in resmi yayın organı Xinhua News dünyaya duyurduğu haberde ÇKP yönetimin yeni bir algı peşinde olduğunu net olarak anlamak mümkün. Bu algının da İslam dünyasındaki bütün sinir uçlarına dokunan ÇKP yönetiminin muhtemelen İsrail ile son dönemlerde aralarındaki rekabetin bir yansıması olarak Filistin’e destek verme cihetine gittiği söylenebilir. Lakin asıl oyun İslam dünyasındaki sinir uçlarına dokunarak birlik ve beraberliği, ne kadar var olduğu tartışılsa da, daha da parçalamak, dahası BM gibi teşkilatlarda taraftarlarını çoğaltmak olduğunu görmek mümkün.
Abbas’ın beyanatları analiz edildiğinde acı olan gerçek Çin Virüsü Covid-19 pandemi sürecinde aldığı maddi yardımlar dolayısıyla bu talihsiz beyanlarda bulunduğu da anlaşılmakta.
Zulme maruz kalan, İsrail devleti tarafından yıllardır vatan toprakları tırtıklanan ve değerleri ayaklar altına alınan bir milletin sözde başkanı, kendisine yapılan zulme karşı destek için kapı kapı dolaşırken, dahası dolaşmasına bile gerek kalmadan, en azından ülkemizde binlerce insan nümayişler düzenleyip, ellerinden geldiği kadar maddi manevi Filistin davasını desteklerken, kendisinden onlarca kat fazla gadre uğrayan hem de aynı inanca mensup bir millete karşı yapılan haksızlıklara rağmen, üç kuruşluk dünyalık için, Çin’in politikalarına yönelik “haklı ve yerinde” ifadelerini kullanması en basit ifadesiyle kendi kendisini ve değerlerini inkâr, davasını maddi çıkar karşılığında satmakla eşdeğerdir.
Filistin davasına ümmetin davası olarak bakan ülke halkımız kendi derdi bildiği Filistin meselesine, İsrail’in kurulduğu günden itibaren sahip çıkmış, lakin gözü gibi baktığı Filistin meselesinin söz sahibi sözde liderinin beyanatları ile hayal kırıklığına uğramıştır.
Yine gelinen noktada ÇKP ve algı ekibi “savaşmadan zafer kazanmanın hazzı”nı yaşarken, Filistin meselesi üzerinden nasıl bir algı oluşturma içerisinde olduğunun kodlarını da çözmek de mümkün. ÇKP yönetiminin amiyane tabirle “sinekten yağ çıkarmak”ta mahir olduğunu bu son olayla görmek ve analiz etmek mümkün. Yine ÇKP yönetimin yola çıkarken, kendi siyasetine dokunulmaması için başlatmış olduğu “hiçbir devletin içişlerine karışmama prensibi”nin hemen hemen her konuda nasıl sözde kaldığını da fark etmek aslında mümkün.
Çin’in kullanmak veya kendi çıkarları için konuşturmak, en azından BM, DSÖ, ASEAN veya ŞİÖ gibi uluslararası veya bölgesel teşkilatlarda kendi lehine parmak kaldırmak üzere ekonomik durumu zayıf veya kötü durumdaki devlet yönetimlerini, Filistin örneğinden hareketle objektif olarak değerlendirmek de mümkün. Doğu Türkistan’daki yaşanan insan hakları ihlallerinin ayyuka çıktığı bu dönemde, bilhassa İslam dünyasındaki sessizliği bu minvalde değerlendirmek daha doğru analizler yapmak için yeterli birer argüman olarak karşımızda durmaktadır.
Çin, bugün için, kendisini çevreleyen ekonomileri zayıf, gelişmemiş ülke yönetimlerinin veya İslam dünyasındaki yönetimlerin yapılan zulme karşı sessizliğini, dağıttığı bir nevi kapitülasyonlarla sağlamış gözükse de, "zulümle abad olanın sonunun berbat olduğu"nu tarih yazmış, yine de yazacaktır diye inanıyorum. Bu beyanat geriye sadece yıkılan hayaller ve ÇKP yönetimine öfke bırakmıştır. Ümid ederiz Doğu Türkistan’daki zulmün bir an önce son bulması için Mahmut Abbas gibi sözde liderler tarih sahnesinden bir an evvel çekilirler.