Bir Doğu Türkistanlının yaşadıkları seri yazımızın dördüncü ve sonuncusunda Doğu Türkistan’da yaşanan insan hakları ihlallerinin tarihi sürecini, sözde eğitim kamplarının son durumunu, kamplardan çıkabilenlerin ruh halini ve yeni bir memlekette yeniden hayata başlamanın zorluklarını konuştuk.
Habibullah İzchi anlattı, biz de sizlere aktarama gayretinde olduk. Ne diyelim “zulüm ile abâd olanın sonu berbat olurmuş”. O gün de kanaatimizce çok uzak durmamaktadır.
- Sizin de anlattıklarınızdan Doğu Türkistan’da zulüm son birkaç senede olan bir olay değil. Sizce bu çatışma ya da anlaşılmazlığın kaynağı nedir?
- Aslında meseleyi şöyle anlatsak daha iyi olacak. Doğu Türkistan’da bir çatışma ya da anlaşılmazlık yok. Ancak bütün bu acımasızlıklara neden olan tek bir taraf var. Az önce de bahsettiğimiz gibi Çin’in içindeki düşman belirlediği toplum olan Uygurları yok etmek istemekte ve bunu da devlet eliyle yapmaktadır. Sizin ifadenizle anlaşılmazlık veya çatışmalara Çin’in bizatihi kendisi neden olmakta ve insanımızı bu cendereye sürüklemekte. Yaptığı onca vicdansız işler yetmiyormuş gibi bir de dünya halkları ve uluslararası sahnelerde Uygurları suçlamak için malzeme yapmakta. Ama ben burada tekrar söylemek isterim ki, biz Çin’in suçladığı birer bölücü değiliz. Ancak sadece ve sadece gasp edilen hakkını arayan o toprakların gerçek sahipleriyiz.
Çatışmaların kökeni hakkında elbette farklı görüşler mevcut. Ancak Çin tarafından getirilen yorumlar gerçekten uzak ve her zamanki gibi üretilmiş yalanlara dayanıyor. Batılı araştırmacıların eserlerinden, kişisel düşüncelerimden, yaşadıklarımdan ve gerçeklerden çıkan sonuçları şu şekilde sıralayabilirim;
1- Bu çatışma; işgalci ve işgale maruz kalanların, istilacı ve istilaya maruz kalanların arasındaki çatışmadır. Sömürgeci ve sömürülen mazlum halk arasındaki bir mücadeledir.
2- Doğu Türkistan ise Çin’in bir parçası değil, Çin’in işgal ettiği bir topraktır. Burada M.Ö. Taş ve Bronz çağlarından kalma Uygurlara ait mezar, şehir ve kültürel kalıntılar bulunmaktadır. Asya'nın kalbinde daima yer almış Uygur halkı bu toprakların asıl sahipleridir.
3- Çin kültürünün esası Konfüçyüsçü fikirlere dayanır. Bu öğretinin temeli feodal fikirlerdir. Konfüçyüsçü öğretilere göre Çin, kendinden olmayan herhangi bir insan topluluğuna güvenmez. Konfüçyüsçü zihinde, kendinden olmayan herhangi bir halk, kabile ya da oluşum vahşidir, niyetleri kötüdür. Bu nedenle ya ortadan kaldırılmalıdır ya da asimile edilmelidir. Çin, bu doğrultuda sadece Uygurlara değil, aynı zamanda Tibet, Moğol ve Güney Çin'deki diğer azınlıklar için de benzer asimilasyon ve imha politikaları uygulamıştır, birçoğuna uygulamaya da devam etmektedir
4- Sağlam bir kültürel temeli ve dini inançları olan Uygurlar ise kendi kimliklerini korumuş, korumaya da canları pahasına devam etmektedir. Uygurların İpek Yolu üzerindeki en eski kavimlerden biri oluşu, gelişmiş bir kültür ve tarih birikimine sahip alması ve buradaki diğer topluluklara göre nispeten daha eğitimli olması, tabii asimilasyona engel olarak görülmüştür. Çin bu nedenle baskı, izolasyon, tehdit ve yıldırma politikalarına başvurmuştur. Çin hiçbir zaman Uygurlarla barış içinde yaşayacağı, kendini ifade edebileceği, temel hak ve özgürlükler noktasında var olabileceği bir ortam sağlamadı. Yani bu anlaşmazlık, Çin hükümetinin barış taraftarı olmaması ve kendinden olmayana tahammül edememesinden kaynaklı bir problemdir.
5- Doğu Türkistan dünyanın birçok bölgesinin sahip olmadığı bir yer altı zenginlik kaynağına sahiptir. İnsan ayağı bastığı yer petrol, doğalgaz, uranyum, altındır. Çin kendinde var olduğundan övdüğü madenlerin 103 çeşidini bugün Doğu Türkistan’dan çıkartmaktadır.
6- Doğu Türkistan coğrafi konumdan sekiz ülkeye sınırı vardır ve Çin bu ülkeleri “Tanrının Çin halkına verdiği bir pasta” olarak düşünür. Bu pastayı rahatça yemesi için de önündeki tek engel Uygurlardır ve onları diz çöktürmeyi olmazsa olmaz olarak görmektedir.
7- Çin, 1949’da Doğu Türkistan’ı son defa işgal ettikten sonra vaat ettiği birlik-beraberlik, demokrasi söylemlerini veya aynı zamanda vaat ettiği “komünizm cenneti”ni bir hiç görmedik. Bizim yıllardır görüp ve yaşadığımız tek tarafın istekleri ve menfaatini koruyan yolsuz, hadsiz, hudutsuz icraatlardır. Çin, Çengdao anlaşmasında "Uygurlar kendini geliştirdikten sonra bu toprakları terk edeceğiz" söylemleri ise havada kaldı. Kimsenin böyle bir anlaşmadan haberi bile olmadı maalesef. Bu konferansa dahil edilenler ise susturuldu, öldürüldü ve Uygurların kimliğine ait tarihi bilgiler silinmeye yok edilmeye başladı. Bunlar da acı birer gerekçedir.
- Siz kamplarda hiç kalmadınız ama bir Doğu Türkistanlı ve gazeteci olarak bölgeyi ve yaşananları takip ediyorsunuz. Kamplardan bırakıldıktan sonra hayat, o insanlar için neye benziyor?
- Haberlerde kamptan çıkan insanların çoğunun ciddi şekilde hastalandığı veya ölüdüğü görüp işitiyoruz. İç organları çalınmış ve ağır hastalıklara maruz kalanlardan eve gönderilen bazı insanların son durumu konusunda gördüğümüz manzaralar vahimdir.
Genel olarak gördüklerim ve yaşadıklarım; kamplardan çıkan ve işkence gören çoğu insanın travma geçirdiğini bana hatırlatıryor. Hükümet, ayrıca bu tür kişileri sürekli olarak teknik ve fiziksel gözetim altında tutuyor. Kısacası sadece bu tür insanlar değil eş-dost ve akrabaları da hükümetin denetimi ve takibi altındadır. Yani kamplardan bir insan sağ salim çıksa bile normal bir yaşam kuramaz. Sadece kamptan ayrılan kişinin değil, ailelerinin, arkadaşlarının ve akrabalarının da normal bir hayatı olması mümkün görünmemektedir.
- Biz hiç duymadık ama bu kamplardan insanlar var mı veya bu mümkün olabilir mi?
- Şu ana kadar kamptan kaçmayı başaran hiç kimseyi biz de duymadık. Çin'de özellikle de Doğu Türkistan gibi bir bölgede, bu imkânsızdır. Böyle bir fırsatın varlığında bir kişinin kaçtığını düşünseniz bile; o şahsın ailesi, arkadaşları, akrabaları ve hatta geçmişte onunla temasa geçen insanlar bile hapse atılacaktır. Başımdan geçmiş somut iki örneği kendimden verebilirim. İlki; hakkımda tutuklama kararı çıktığı sırada memlekette olmadığım için babam ve kardeşim hapse atılmıştı. İkincisi; Doğu Türkistan'da bir çay fabrikam ve uluslararası ticari bir şirketim vardı. Bu fabrikada sabit olarak 60'ın üzerinde çalışanımız vardı ve çalışanlarımızdan biri daha önce siyasi nedenlerle tutsak edildiği için onunla birlikte tüm fabrika çalışanları 7/24 gözetim ve takip altındaydık. Fabrikamız günde dört kez kontrol ediliyordu; sabah 9'da polis gelip kimlik kontrolü yapıyor, cep telefon ve bilgisayarları tarıyordu. Saat 1 gibi polis eşliğinde kent komitesi geliyor ve tekrar kontrol ediyordu. Saat 4’te bir kontrol daha vardı. Son olarak geceleyin özel kuvvetlerden bir ekip gelip tekrar kontrol ediyordu. Aynı taramalar her gün hiç aksatılmadan tekrarlanıyordu. Kendi iş yerinizde, evinizde veya arabanızda bile rahat vermeyen bir sistem; yüksek duvarlar, dikenli teller ve yüksek askeri nezaret altında birinin kaçmasına asla müsaade etmez.
- Yeni bir ülkede, yeni bir hayat kurabildiniz mi? Sizce kolay mı, zorluğu nedir?
- Her şeyden önce beni insan yerine koyan, insanlığa değer veren, saygı duyan, temel ilkesi insan hayatı olan, sosyal düzeni ve barışı sağlamış bir ülkede yaşayabildiğim için kendimi en şanslı Uygurlardan biri olarak görüyorum.
Atalarımızdan miras kalan, doğup-büyüdüğümüz topraklarda milyonlarca kardeşimiz şu an cezaevlerinde, toplama kamplarında hayat mücadelesi verirken, biz özgür bir ülkede olmaktan dolayı tabii ki kendimizi şanslı hissediyoruz. Ancak hiçbir zaman vicdani olarak rahat değiliz. Aklımız, hayalimiz, gönlümüz her zaman oralardadır.
Yeni bir ülkede, yeni bir çevrede, yeni bir dilde ve kültürde, yeni bir hayata başlamak kolay değildir. Bu sıfırdan başlamak zorunda olduğunuz anlamına gelir. Bazen bana her şey bir rüya gibi… Sanki gözlerimi tekrar açtığımda vatanıma, aileme ve arkadaşlarıma tekrar dönecekmişim gibi oluyor. Maalesef bu bir hayal, dua ediyorum o günler için ümidimi kaybetmeden…
- Son olarak söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
- Demek istediğim şu Uygurlar da başka toplumlar gibi kendi bağımsız devletini kurma ve özgürce yaşama hakkına sahip olmalı. Bu kadar anlaşmazlık, insanlığa karşı işlenen suçlar ve soykırımdan sonra umarım dünyanın tüm halkları, Uygurlar tamamen yok olup, tarihin sayfalarına karışmadan önce seslerini çıkarırlar. Uygulanacak siyasi, ekonomik ve teknolojik yaptırımlarla Çin hükümetine geri adım attırıp, Doğu Türkistan'ın bağımsızlık isteklerine destek verirler.
Doğu Türkistan'daki trajedi bugün dünya kamuoyunun trajedisi haline geldi. Çin'in test ettiği biyolojik virüs bugün dünya için bir felaket oldu. Çin'i kontrol etmenin en etkili yolu, Tibet ve Doğu Türkistan'ın bağımsızlık isteklerini desteklemektir.
Bu konuda geçmişte Yalta’da kaderimizi biçenler tarihin defterine bir daha bakmalıdır. Son olarak da size, meramımı anlatabilme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Biz de sayın Habibullah İzchi beye, bu samimi, içten bilgiler için teşekkür ediyoruz. Durum Doğu Türkistan’da gerçekten vahim noktalara ulaşmış vaziyette ve ne enteresandır, bir millet göz göre göre yok edilirken, bütün dünya üç maymunu oynuyor.