GİZLİ SOYKIRIMDAN AÇIK SOYKIRIMA

Soykırım 1944’ten önce mevcut olmayan bir terim idi. Aynı yıl Polonyalı Yahudi Avukat Raphael Lemkin (1900 – 1959) Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladığı sistematik katliamı özel bir terim ile adlandırma konusunda çalışma yapmaya başladı. Yunanca kabile veya millet anlamına gelen “geno” kelimesi ile Latince öldürmek veya kesmek anlamına gelen “cide” kelimesini birleştirerek soy kırım veya milletçe yok etme anlamını verecek “genocide” terimini üretti. “Genocide” Türkçe’ye “Soykırım” olarak tercüme edilmiştir. Böylece soykırım terimi kavram olarak kullanılmaya başlamıştır.

Raphael Lemkin’in çaba göstermesi sonucunda 9 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi imzalandı. Sözleşmede soykırım uluslararası suç olarak kabul edilmiştir. Sözleşmeyi imzalayan ülkelerin hepsi soykırımı önlemeye katkı sağlayacağını ve soykırım suçu işleyenleri cezalandıracağını taahhüt etmiştir.

Sözleşmenin birinci ve ikinci maddesinde soykırımın anlamı ve kapsamı aşağıdaki gibi tarif edilmiştir:

Madde 1- Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.

Madde 2- Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.

a)      Gruba mensup olanların öldürülmesi;

b)      Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;

c)       Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek;

d)      Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;

e)      Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek;

Soykırım teriminin 1948’de uluslararası hukuka kabul edilmesi sonucunda Uluslararası Ceza Divanı kurulmuş ve soykırım suçu işleyenler yargılanmaya başlamıştır.

Öyleyse Çin rejiminin Doğu Türkistan halkına uygulamakta olduğu ırki ayrımcılık, aşağılama, zarar verme, kasıt ile öldürme, gayri insani bir şekilde doğumun engellenmesi, anne karnındaki bebeklerin öldürülmesi, cezaevlerinde çeşitli yöntemlerle zarar verme, suçsuz insanları kitlesel olarak ceza kamplarına kapatarak ruhsal ve fiziksel zarar verme ve öldürme gibi cinayetleri BM tarafından tarif edilen soykırım kapsamına girer mi? Çin rejimi 23 Kasım 2018’de BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin suçlamasını kabul etmemiştir. Gerçekte Çin rejimi Doğu Türkistan’da Uygur halkına yönelik sadece ırk ayrımcılığı değil, soykırım yapmaktadır.

Çin rejiminin Uygurlara yönelik soykırım politikası 1949’da Doğu Türkistan’ı işgalinden 6 yıl sonra başlayıp 1976’da cellat Mao ölene kadar devam etmiştir. Tarihi deliller bu dönemde 600 bin civarında Uygur Türkü’nün Çin komünist rejiminin uyguladığı işkence, aşağılama ve mal mülkünü yağmalayarak aç bırakması sonucunda öldüğünü göstermektedir. Doğu Türkistan halkının manevi medeniyeti yok edilmiştir. Camiler yıkılmış veya domuz ahırlarına dönüştürülmüştür. Kur’an-i Kerim ve dini kitaplar yakılmıştır. Uygur halkının binlerce yıllık medeniyet ve kültür mirası yok edilmiştir.

Mao’un ölümünden sonra 1988’yılına kadar Çin rejiminin Uygur halkına yönelik soykırım politikası bir miktar gevşese de ırki ayrımcılık sürekli devam etmiştir.

1990’dan 2014’e kadar Çin rejiminin Doğu Türkistan’da uyguladığı çeşitli baskı politikalarının bir kısmı BM Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi tarafından belirlenen soykırım kapsamına; diğer bir kısmı ise ırki ayrımcılık kapsamına girer.

Bu dönemlerde Çin rejimi sistematik asimilasyon politikasını görece yumuşak araçlarla uygulamakla birlikte Uygur halkının bir bütün insan haklarını çiğnemiştir. Uygurlar insani haklarını talep ederek görüş açıkladığında, yazı yazdığında veya barışçıl gösteri düzenlediğinde demir yumrukla bastırılmıştır. Bunun en bariz örneği 5 Temmuz 2009 Urumçi olaylarıdır. Çin rejimi, 5 Temmuz 2009 Urumçi olaylarında 200 kadar kişinin öldüğünü, ölenlerin çoğunun etnik Han Çinlisi olduğunu ilan etmiştir. Ancak uluslararası alanda faaliyet gösteren Uygur teşkilatlarının saha çalışması ve olayın tanıklarıyla yapılan görüşmelere dayalı olarak açıkladığı bilgilere göre, olay sırasında ve sonrasında on binlerce Uygur Türkü öldürülmüş veya kaybedilmiştir. Kayıplardan bir daha haber alınamamıştır.

5 Şubat 1997 Gulca olaylarında savunmasız insanlar ağır silahlarla katliama maruz kalmıştır. Ayrıca kışın soğuğunda sokaktaki insanlar, üzerlerine su sıkılmak suretiyle dondurularak öldürülmüştür. Özgür Asya Radyosu’nun (ÖAR) olayın tanıklarıyla yapılan röportajlara dayalı olarak bildirdiğinde göre 5 ve 6 Şubat 1997 tarihlerinde 30 bin civarında Uygur Türkü gözaltında alınmıştır ve gözaltına alınanlardan bir daha haber alınamamıştır. Gulca olayları da soykırımın bir ispatıdır.

11 Eylül’den sonra Çin rejimi, Uygur halkını akıl almaz ithamlarla uzun süreli hapislerle cezalandırmaya başlamıştır. ABD’nin başlattığı “terörizmle mücadele” kampanyasını istismar ederek çok sayıda Uygur Türkünü terörist suçlamasıyla idam etmiştir. Uygurların insani haklarını arama hareketlerini uluslararası kamuoyuna “terör olayları” diye tanıtarak bu hareketlere katılan herkesi çocuk, yaşlı ve kadın ayrıt etmeden katliama tabi tuttu. Örneğin, 27 Haziran 2013’te Hoten ili, Hoten ilçesinde sebepsiz yere namaz kılınması yasaklanarak kapatılan köy camisinin açılması için gösteri yapan köy halkı topluca katliama tabi tutulmuştur. Gösteriye katılmayan, tarlasında çalışırken çocuğuyla birlikte katliama şahit olan bir Uygur bayan ve çocuğu da katliamın ortaya çıkmaması için öldürülmüştür. Bu olayda yaklaşık 300 Uygur Türkünün katliama tabi tutulduğu sonradan bölge halkının tanıklık etmesiyle delillenmiştir.

28 Temmuz 2014’te Yarkent ilçesinin İlişku köyünde 3000 Uygur Türkünün katledildiği İstiklal Haber tarafından rapor edilmiştir. Bu olayla ilgili Özgür Asya Radyosu’nun verdiği habere göre, olaydan birkaç gün sonra Çin haber kuruluşları 114 kişinin öldüğünü bildirmiştir. Çin rejimi olayla ilgili kısa ve açık olmayan bilgilerle 4 kasabada 80 ailenin katledildiğini açıklamıştır. Olayın tanıkları katliamda ölenlerinin sayısının az olmadığını, küçük bir ilçe nüfusuna eşit nüfusa sahip İlişku pazarında olaydan bir ay sonra dahi insanların korkudan dışarıya çıkamadığını anlatan 23 yaşındaki Ababekir Rehim’in hapse atıldığını bildirmiştir.

Eylül 2014’te meydana gelen Aksu ili, Avat ilçesi kömür maden ocağı olayı da katliamın başka bir örneğidir. İstiklal Haber’in raporunu göre Çin rejimi bu olayda 28 kişinin öldürüldüğünü açıklamıştır; ancak bu olayda 1000 civarında Uygur Türkünü katledildiği bölge halkı tarafından ispat edilmiştir. Özgür Asya Radyosu’nun bu konuda verdiği habere göre Çin rejimi 2015’te olay meydana geldikten sonra 56 gün boyunca olayı gizlemiştir; her iki taraftan 50 kişi öldüğü ölmüştür, ancak Çin’in açıkladığı rakam farklıdır.

Yukarıda açıklanan olayların hepsinde Çin rejimi baskı politikasına karşı görüş bildiren veya barışçıl eylem yapan halkı katliama tabi tutmuştur veya hapse atmıştır. Özellikle Şi Cinping yönetime geldikten sonra Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) Doğu Türkistan’da uyguladığı başladığı baskı siyaseti soykırım tarifine açıkça uyacak bir hal almıştır. Hatta Doğu Türkistan’da icra edilmekte olan insanlık cinayetlerinin bazılarını tarif etmek için soykırım tarifi yetersiz kalmaktadır.

Aşağıda 18 yıllık hapis hayatımda doğrudan yaşadıklarım, gördüklerim ve Uygur halkına uygulanan her türlü insanlık dışı zulüm ve baskıları anlatarak Çin rejiminin Doğu Türkistan’da açıkça soykırım yapmakta olduğunu ispat edeceğim.

  1. 1.       ÇİN REJİMİNİN DOĞUM YASAĞIYLA UYGUR HALKININ SOYUNU BİTİRMEYE YÖNELİK CİNAYETİ

Çin rejimi doğum kısıtlaması veya yasağını 1982’de uygulamaya başlamıştır. 1991’de ÇKP merkez komitesi “Doğum Kısıtlamasını Tavizsiz Uygulayarak Nüfusun Kontrol Altına Alınmasıyla İlgili Genelge” yayınlamıştır. İlgili genelgede doğum kısıtlamasının sadece Uygurlara yönelik olduğuna ilişkin açık bir ifade olmamasına karşın, doğum yasağı özellikle Doğu Türkistan bölgesinde sıkı bir şekilde uygulanmıştır. Çin rejimi sözde doğum planlaması bahanesiyle Uygur nüfusunun artmasını engellemiş ve Uygur soyunu kurutmaya çalışmıştır. Hoten ili Hoten ilçesi Hanerik köyünde 20 yıl Çin rejiminin doğum planlaması bürosunda çalışan G.M.N. aşağıdaki olaylara tanıklık etmiştir.

Mayıs 1996’da Hoten ilçesi Hanerik köyü Layka kasabasından hamile ve doğum yaşında olan 57 kadın ilçe hastanesine götürülerek kısırlık ameliyatına tabi tutulmuştur. Bunlardan 21 kadın hamile olup cenin halinde olan bebekler anne karnında katledilmiştir. Diğer kadınlar rahimleri alınarak veya bağlanarak kısırlaştırılmıştır. Hanerik köyünde 30 kasaba mevcut olup tüm kasabada kadınlar tek tek kontrol edilerek bu şekilde kürtaj ve kısırlık ameliyatına tabi tutulmuştur. Her kasabadan en az 10 bebek kürtajla katledildiyse 30 kasabada en az 300 bebek katledilmiş demektir. Hoten ilçesinde 10 köy, Hoten ilinde 7 ilçe vardır. Sadece Hoten ilçesinde en az 3000 bebek katledilmiş demektir. Bu oranla hesaplandığında Doğu Türkistan’in 5 sözde özerk ili ve 7 ilinde bulunan 68 ilçe 21 şehirde katledilen bebek sayısının korkunç olduğu ortaya çıkar.

Doğu Türkistan’da uygulanan doğum yasağı günümüze kadar kesintisiz ve tavizsiz devam etmektedir. Yasağa uymayanlar ağır şekilde cezalandırılmıştır. 7 – 8 aylık bebekler dahi kürtajla katledilmiştir. Örneğin, Hoten şehir Laskuy pazarından İmintohti’nin 8 aylık hamileyken Çin rejimi görevlileri tarafından farkedilmiştir. İmintohti ceza olarak 15,000 Yuan Çin parası ödemeye razı olmuştur; ancak para cezası kabul edilmeyerek bebek iğneyle katledilmiştir.

Doğum kısıtlaması veya doğum yasağı Çin rejiminin uyguladığı soykırımın bir çeşididir. Cezalandırma ve ödüllendirme gibi çeşitli yollarla halkın bu yasağa uyması sağlanmıştır. Örneğin, doğum yasağının uygulanmasına aktif katkıda bulunan ailelerin çocuklarına üniversite sınavında ek puan verilmiştir.

15 Ağustos 2015 tarihinde ÇKP muhalifi Çinli demokratların internet sitesinde yer alan rapora göre Çin rejimi doğum kısıtlamasını uygulamaya koyduğu 35 yıl içinde en az 4 milyon bebek kürtajla alınmıştır. Bu durum “insanlık tarihindeki en büyük felaket” olarak tarif edilmiştir.

Çin rejiminin yayın organlarında 30 yılda 400 milyon insanın daha az dünyaya geldiği açıklanmıştır. Çin rejiminin istatistik verilerine göre Çin’de 13 milyon hamile kadın kürtaja tabi tutulmuştur. Demek ki Çin rejiminin 35 yılda katlettiği bebek sayısı, Çin’in iddia ettiği Japon ordusunun işlediği Nanjing katliamının her yıl 40 kere tekrarlanmasına eşittir.

2018’de Doğu Türkistan’dan gelen güvenilir bilgiler ve sosyal medyada yayılan Urumçi Şehri Anne – Çocuk Sağılığı Hastanesi kadın hastalıkları bölümünün sağlık kontrol formu, Çin rejiminin Doğu Türkistan’daki doğum yaşına gelmiş bayanları zorunlu genel taramadan geçirdiğini gösteriyor. Kontrol formundaki bilgilere göre bayanların rahmi, cinsel organları ve kanı özel olarak tıbbi taramadan geçirilmektedir. Çin rejiminin yaptığı bu sağlık taraması Doğu Türkistan’daki kadınların doğum kabiliyetini saptama amaçlı olarak görülebilir. Konunun uzmanları Doğu Türkistan’da insanların ceza kamplarına kapatılmasının amacı onları kısırlaştırmak; ceza kampına kapatılanlar tıbbi müdahalelerle kısırlaştırıldıktan sonra bırakılır, şeklinde görüş açıklamaktadır. Ceza kamplarına alınmayanların kitlesel olarak sağlık taramasından geçirilmesi, doğum yaşında ve doğum kabiliyetine sahip olanların saptanıp ceza kamplarına almaya yönelik çalışma olarak görülebilir.

  1. 2.       ÇİN ULUSLARARASI KAMUOYUNU YANILTMAK İÇİN YASA ÇIKARDIĞINI İTİRAF ETTİ

1990’a kadar Çin devleti kurulup 40 yıl geçmesine rağmen Çin’de cezaevi yasası yoktu. Uluslararası kamyonun baskısıyla Aralık 1994’te ilk defa cezaevi yasası çıkarılmıştır. Cezaevi yasası ilan edildikten bir yıl sonra Sözde Uygur Özerk Bölgesi 1 No’lu cezaevinde aşağıdaki gibi bir olay yaşanmıştır:

Ağustos 1995’te 1 No’lu cezaevinde görevli Çinli gardiyan Vang, 7 mahpusu bir günde 15 saat çalıştırdıktan sonra işi bitiremedin diye Muhammet isimli Uygur mahpusu dövüp aşağılamıştır. Aşağılanmaya dayanamayan Muhammet, cezaevi yasasının 14. maddesinde “Mahpusları dövmek, mahpuslara hakaret etmek ve işkence yapmak yasaktır” denilmektedir; seni şikâyet edeceğim diyerek karşılık göstermiştir. Çinli gardiyan Vang, kime istersen şikâyet et, bu yasa yabancıları kandırmak için çıkarılmıştır, biz nasıl yönetmek istersek öyle yönetiriz, demiştir. Böylece Çin uluslararası kamuoyunu kandırmak için yasa çıkardığını kendi ağzıyla itiraf etmiştir.

Bu olay mahpuslar arasında infial yaratmıştır. Bunun üzerine ertesi gün mahpuslara dağıtılan cezaevi yasası toplatılmıştır. Bu yasa günümüze kadar cezaevi duvarlarına asılı bulunsa da hiçbir zaman uygulanmamıştır. Çin bu yasayı uluslararası kamuoyuna göstererek insan haklarına saygılı olduğunu söylese de bu yasa Doğu Türkistan’da uygulanmamaktadır. Bunun aksine cezaevi yasası Çin’in iç bölgelerinde uygulanmıştır.

  1. 3.       ASİMİLASYON HEDEFİNE ULAŞAMAYAN ÇİN, GİZLİ SOYKIRIM YAPMAYA BAŞLAMIŞTIR

1978’de ünlü Kültür Devrimi resmi olarak sona erdikten sonra 1990’a kadar baskılar görece azalmış, İslamiyet’in yaşanmasına ve dini eğitime kısıtlı da olsa serbestlik tanınmıştır. Müslüman Türk halklarını asimile etme hedefine ulaşamayan Çin 1990’dan itibaren tekrar dini eğitim ve öğretimi yasaklayarak dini ve milli şuura sahip insanları hapse almaya başlamıştır. Diğer taraftan milli medeniyet ve kültürü yok etmek için Uygur çocuklarının Çince ile eğitim yapan okullarda okumasını teşvik etmeye başladı. İşe alırken Çince okullarda okuyanlara öncelik tanındı. Uygur Müslümanlarını asimile etmek için öncelikle onları dininden uzaklaştırmak lazım fikrini benimseyen Çin rejimi, ilk başta 18 yaşından küçük çocukların camiye girmelerini, namaz kılmaların ve oruç tutmalarını yasakladı. 18 yaşından küçük çocuklara dini eğitim veren anne baba tehdit edildi ve cezalandırıldı. Ancak Uygurlar yine dininden ve kimliğinden vazgeçmediler. Çin rejiminin asimilasyon politikasına karşı gizli ve yeraltı medreselerle çocuklarına İslamiyet’i öğretmeyi hiçbir zaman bırakmadılar ve İslamiyet’e daha sıkı sarıldılar. Bu sayede genel halkın milli şuuru daha da arttı. Çin asimilasyona yönelik daha fazla çaba sarfettikçe, direnç ve milli şuur o kadar arttı. Bunun sonucunda yumuşak araçlarla Doğu Türkistan halkını asimile edemeyeceğini anlayan Çin açık soykırıma girişmiştir.

  1. 4.       UYGUR GENÇLERİ ÇEŞİTLİ İTHAMLARLA İDAM EDİLMİŞTİR

Çin rejimi kendi yasalarını çiğneyerek hiçbir resmi suçlama ve yargılama yapmadan içi boş imzalı mahkeme kağıtlarını evlerde doldurarak Uygur gençlerini, şuurlu ve bilgili insanları 10 yıl veya daha fazla süreli hapse atmıştır. Gizli mahkemelerle idam cezaları vermiştir. Adının açıklanmasını istemeyen Çin rejiminde üst düzey yönetici olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrılan bir kişinin anlattığına göre sadece 2002 yılında 120 Uygur Türkü idam edilmiştir. Suç isnat edilen Uygurları savunmak isteyen avukatlar görevden uzaklaştırılmıştır (Çin’de avukatlar devlet dairesinde memur olarak avukatlık yaparlar; başka bir deyişle Çin devletinin maaşlı memurudur). Örneğin, 1995 yılında Hoten Şehri Adalet Bürosu’nun memuru avukat Tursuncan mahkemede zanlıları savunduğu için işten atılmıştır. Sonraki mahkemelerde avukatlar da savcının söylediklerini tekrarlar olmuştur.

  1. 5.       İNSANİ OLMAYAN DİNİ YASAKLAR VE CEZAEVLERİNDE SOYKIRIM

1997’de sözde Uygur Özerk Bölgesi Adalet Bakanlığı Cezaevlerinde Dini Faaliyetleri Yasaklama Genelgesi yayınlamıştır. Bu genelge yayınlandıktan sonra cezaevlerinde namaz kılanlara 500 volt elektroşokla işkence yapılmıştır. Bu tür akıl almaz Çin işkenceleriyle cezaevlerinde çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir. Örneğin, siyasi suçlulara yardım suçlamasıyla 5 yıl hapis cezası verilen Atuşlu Ahmet Hacim Ekim 1998’de sırf ayet okuduğu gerekçesiyle gözümün önünde 500 ve 1000 volt elektroşokla işkence edilerek katledilmiştir.

Aşağılamak, hakaret etmek ve dövmek amacıyla hiç Çince bilmeyen mahpuslar 3000 kelimeli Çince cezaevi kurallarını 3 günde ezberlemeye zorlanmıştır. Ezberleyemeyenlere dayak ve her türlü hakaretle işkence edilmiştir.

5 Nisan 1990’da Kaşgar ili, Aktu ilçesi, Barin köyünde Çin rejimine karşı küçük çaplı ayaklanma meydana gelmiştir. Elinde bıçak ve patla dışında hiçbir şey olmayan isyancılar uçak ve tanklarla bastırılmıştır. Bu olaya katıldığı için hapis cezasına çaptırılan din bilgini Turgun Karim (Hafız) 1998’de hastalığı tedavi edilmeden ölüme terkedilmiştir. Emet Karim namaz okuduğu gerekçesiyle “Karanlık Oda”ya kapattıktan sonra iki öğün yetersiz yemekle aç bırakarak, eli ve ayağını zincirle sürekli kapıya bağlı tutarak, kışın kapı ve pencereyi açıp soğukta, yazın kapı pencereyi kapatıp sıcakta bırakarak tarifsiz işkencelerle katletmiştir. Karanlık Oda cezaevi içindeki ayrı odalar olup buralarda dininden vazgeçmeyen, dine hakaret içeren ve insanlık gururuna aykırı söz söylemeyi ve yazmayı reddedenler kapatılarak dayak, işkence ve üzerine tuvalet yapılmış giysileri başına geçirme gibi insan aklının ötesinde hakaretlere tabi tutulan hücrelerdir. Eli ve ayağının zincirle sabitlenmesi, eli ve ayağı zincirlendikten sonra duvar veya kapıya eli ve ayağı açılacak şekilde sürekli bağlı tutulan işkence türüdür.

11 Eylül’ü fırsat bilen Çin rejimi Uygur Türklerini değiştirme amaçlı değil, doğrudan soykırım amaçlı cezalandırmalara başlamıştır. Hapse atılanlar cezaevlerinden sağ çıkma umudunu yitirmiştir. Cezaevine kapatılanlara fiziksel ve ruhsal işkencelere ek olarak dini faaliyetler tamamen yasaklanarak abdest almaya, hatta yüzünü yıkamaya bile izin verilmemiştir. Hatta teyemmümü bile engellemek için “yüzüne elini sürmek için izin alacaksın” kuralını bile uyguladı.

Cezaevi hücrelerinde mahpusları fiziksel ve ruhsal olarak bitirmek için aşağıdaki insanlık dışı cezaevi kurallarını uygulamıştır:

  1. Hücre içinde oturup kalkmak için izin almak
  2. Ayağa kalkıp yürüdüğü zaman başını tutup 80 derece eğilerek yürümek

Bu kurallar dayak, elektroşok ve işkencelerle acımasızca uygulanmıştır. Her akşam gardiyanlar hücreye cop ve elektroşok cihazlarıyla gelir. Hücre sorumlusu bugün gün içinde şu kişiler izinsiz konuştu, izinsiz hareket etti, gece uykudayken döndü, başına el sürdü, yüzüne el sürdü, sessiz dudağını hareket ettirdi… şeklinde rapor verir. Gardiyanlar copla dövmeye başlar; aynı anda iki üç elektroşok cihazıyla 500 – 1000 volt elektrik verir. Elektroşoku dil, koltuk altı ve avret yerleri gibi en duyarlı bölgelere verir. Acıdan ağlama ve bağırma sesleri yükselir. Korkudan tuvaletini kaçıranlar olur. Bir hücrede ağlama sesleri yükseldiği an yan hücredekiler sıranın kendilerine geldiğini anlar. Korkudan hayatını kaybedenler olur.

1999’dan itibaren cezaevlerinde insanın aklını zorlayan aşağılama yöntemleri uygulanmaya başladı. Mahpus temiz suyla yüzünü yıkarsa namaz kılar, ayet okur düşüncesiyle Çinlilerin aynı tastaki suyla yüzü, eli ve ayağını yıkama adetini zorladı. Sabah kalktığımızda 6 kişinin yüzünü yıkaması için 2 litre civarında su verilirdi. Tastaki suyla 4 kişi elini ve yüzünü yıkayınca suyun rengi değişirdi. Diğer iki kişi yine aynı suyla elini yüzünü yıkamaya zorlandı.

2000 yılında aşağıdaki olay yaşandı:

Gulcalı Osman Kurban tastaki kirli suyla elini yüzünü yıkadıktan sonra suyu dökmek için lavaboya gitti. Orada temiz su olduğu için kimse görmez düşüncesiyle temiz suyla elini yüzünü yıkadı. Bunu gören görevli temiz suyla abdest alıp namaz kılmak istedi diye rapor verdi. Gardiyan Osman Kurban’a cop ve elektroşokla işkence yaptıktan sonra 3 güne kadar hayvan gibi dört ayaklı yürüme emrini verdi ve dört ayaklı yürüterek diğer hücrelere götürüp “temiz suyla abdest alıp namaz kılmak istedi” diye teşhir etti.

Diğer bir aşağılama yöntemi şu şekildeydi: Ses çıkarmadan dudağını oynatanlara ayet okuma veya namaz kılma suçlamasıyla ceza verildi. Boynuna “Yasal olmayan dini faaliyete darbe vuralım”, “Değişmeyenleri yok edelim” şeklinde yazı asarak cezaevi içinde dolaştırdı. Bu yazı şu şekilde hazırlanan tahta üzerine yazılırdı. İki tahta arasına kum ve taş konulabilecek şekilde hazırlanırdı. Tahtaların üst orta tarafından delik delinerek ince telle mahpusun boynuna asılırdı. Kum ve taşın ağırlığıyla ince tel 5 dakikada mahkûmun boynunu kanatırdı. Mahkumlar karanlık odaya kapatma, ellerini tersten bağlayarak asma gibi insanlık dışı yöntemlerle işkence edilerek dinden çıkmaya zorlanırdı. İnsani haya ve onuru çiğnemek için çıplak halde toplu banyo yapmaya zorlanırdı. Banyoda ağzına su alan abdest alma suçlamasıyla cezalandırılırdı.

  1. 6.       BAHANE ÜRETEREK CEZALANDIRMA VE KASITLI ÖLDÜRME

Çin rejimi asimilasyon politikasının bir parçası olarak mahpuslara Uygurca konuşmayı yasaklayıp Çince konuşmaya zorladı. Uygurca konuşanlar cezalandırıldı. Mart 2002’de “dini başkalarına anlatma” suçlamasıyla hapse atılan Aksu ili, Üçturpan ilçesinden Muhammet Camal sırf Uygurca konuştuğu için elektroşokla işkenceye uğradı. Ayak parmaklarının arası, ağzı ve yanakları darbeden şişti. İki ay günde iki öğün yetersiz yemekle aç bırakıldı.

Diğer bir insanlık dışı aşağılama yöntemi de mahpusları kendi aralarında dövüştürmek idi. Aynı hücrede kalan mahpuslar, oturup kalkma ve konuşmayla ilgili hücre kurallarına uymayan diğer mahpusları dövmeye zorlandı. Başka bir deyişle bir Uygur mahpus kardeşi olan diğer Uygur mahpusu ağzı ve burnunu kanatacak şekilde dövmek zorundaydı. Örneğin, sonbahar 2001’de Atuşlu Abduhalil çalıştırıldığı tarladan dönerken adım ritminin gardiyanlara benzememesi sebebiyle dayakla cezalandırılacaktı. Hoten ilinin Lop ilçesinden olan diğer mahpus Osman, Abduhalil’in yüzüne vurmaya emredildi. Osman kardeşinin yüzüne vurmayı reddedince elektroşokla işkenceye uğradı. Gardiyan, eğer Abduhalil’in yüzüne vurmazsan işkenceye devam edeceğim diye tehdit etti. Bunun üzerine Osman çaresiz halde gardiyan dur deyinceye kadar Osman’ın yüzüne vurdu.

Çin rejimi bilgili ve diğer mahpuslar üzerine etkisi olanları cezaevlerinde kasıtlı olarak katletti. Örneğin, Kaşgar Eğitim Fakültesi öğrencisi Abitcan Obulkasım’a, öğrencileri bölücülüğe teşvik etme suçundan 15 yıl hapis cezası verilmiş. Mahkeme sırasında “Yok olsun komünistler” diye slogan attığı için ceza müddeti 20 yıla çıkarılmış. O cezaevine geldiğinden beri hücrede etkili, sözü dinlenen biriydi. Abitcan 2002 yılında soğuk algınlığıyla hastalandı. Birkaç gün sonra hastaneye götürülüp iğne yaptırıldı. Abitcan hücreye döndükten 3 saat sonra nefes yetmezliğinden hayatını kaybetti. Abitcan hücredekiler içinde sağlığı en iyi olandı.

2012 yılında hapisten çıkan A.H.B tanıklık ederek, 2011’de Kaşgar Aktu ilçesinden ömür boyu hapse mahkum edilen Mehet Hüsen HIV/AIDS taşıyor denilerek hastalığı tedavi edilmeden ölüme terkedildi, dedi. 1990’dan 2011’e kadar 21 yıl hapiste kalan Mehet Hüsen’e HIV bulaşması imkansızdı. 5 Şubat 2009 Gulca katliamından sonra cezaevlerinde HIV virüsü dağılmaya başladı. Cezaevi hastanesinin bildirdiğine göre %5 oranında mahkûma HIV virüsü bulaşmıştır. Cezaevlerindeki mahpuslara HIV bulaştırılması gizli katliamın bir göstergesidir.

A.H.B yine tanıklık ederek Kaşgar Yengişeher ilçesinden ömür boyu hapse mahkûm edilen Abdurahim Aralık 2011’de işkenceyle katledildi, demiştir. Bazı mahpuslar akli dengesini kaybederek deliye dönmüştür. Hoten Karakaş ilçesi, Cihanbağ köyünden Ömer Yasin bunun bir örneğidir.

  1. 7.       ORTA ÇAĞ KÖLELİK DÖNEMİNİN YÖNTEMLERİ İLE CEZALANDIRMA VE YOK ETME

Uzun süreli ve ağır çalışma koşullarında çalıştırarak cezalandırma ve işkenceyle öldürme orta çağ kölelik düzeninin yöntemlerindendir. Bu yöntemler Çin hapishanelerinde günümüzde mevcuttur.

Nisan 2005’te “işini bitiremedin” suçlamasıyla cezaevi içindeki özel cezalandırma hücresine kapatıldım. Doğu Türkistan’daki Çin cezaevlerinde mahkumlar günde 15 saat tarlada ve ağır işlerde çalıştırılır. Çalışma şartları giderek daha da ağırlaşmaya başladı. Çin rejiminin insanlık dışı çalışmayla cezalandırma uygulamasına tepkili bir durumdayken bir gün gece yarısı hücreye döndüğümde “işini bitiremedin” diye ayağa kaldırarak ceza vermek istediler. Ben, 15 saat çalıştım; insanı neden bu kadar aşağılıyorsunuz, dinlenmek istiyorum, diyerek tepki gösterdim.

Gardiyanlar bana hakaret ederek dövdükten sonra beni özel cezalandırma hücresine teslim ettiler. Ayağıma 15 kilogram kadar ağırlıktaki zincir vurdular. Elime eski zamanlarda demir ustalarının yaptığı büyük kelepçelerden taktılar. Özel cezalandırma hücresinde günde 18 saat duvara bakarak hareketsiz durma cezası verdiler. Sadece yemek yerken oturmaya izin veriyorlardı. Bu cezayı kabul etmeyenlere daha ağır cezalar verildiği için mecburen yapmak zorundaydım. Yemek olarak sabah yarım elma büyüklüğünde buharda pişirilmiş ekmek ve kaynar su, akşam bir elma büyüklüğünde buharda pişirilmiş ekmek ve kaynar su verdiler. Geceleri de zincir ve kelepçeyle uyudum. Elim ayağım şişti, sonunda duyularını kaybetti. Bu tür insanlık dışı işkence 3 ay devam etti. Elim ve ayağım cezaevinden çıktıktan sonra tedavi ile iyileşti.

Özel cezalandırma hücresinde tutulan Aksu ili Avat ilçesinden Alimcan’ın durumu daha da ağırdı. Görevlilerin bizi görmediği zamanda onun niçin bu şekilde ağır cezaya tabi tutulduğunu sorduğumda şöyle anlattı:

Çin’in iç bölgelerine geziye gitmiştim; Şanghai’de bir otelde konakladım. Otelde iki gün kaldıktan sonra Doğu Türkistan’a dönmek üzereyken polisler beni tutukladı. Beni uyuşturucu satmakla suçladılar. Delil göstermelerini istediğimde otel penceresinin karşısında bir paket uyuşturucu bulduklarını söylediler. Tutuklandığım o günden beri üst makamlara şikâyet sunmaya başladım.

Şikayetleri sürerken 15 yıl hapse mahkûm edildiğimi öğrendim. Üç yıldır şikayetlerim devam ediyor, ancak hiçbir cevap gelmedi. Urumçi 1 No’lu cezaevine getirildikten sonra da şikâyet etmeye devam ettim. Gardiyanlar suçunu itiraf etmedin diyerek daha da ağır ceza vermeye başladılar.

Beni Ağustos 2004’te cezaevinde şartları en ağır olan “siyah oda”ya aldılar. Siyah odadan mahpuslar ya ölü olarak, ya da aç bırakılmaktan bir deri bir kemik olarak çıkar. Üzerimde sadece şort bıraktılar, yatak yorgan da yoktu. Oda büyüklüğü sadece 3 m2 olup 40 cm çapında bir havalandırma boşluğu vardı. Bir hafta geçtikten sonra gardiyan gelip suçunu tanıdın mı diye sordu. Ben suçsuzum dedim. Ertesi günden itibaren iki öğün yemek vermeye başladılar. Sıcak zamanlarda havasız bırakarak, soğuk günlerde soğukta bırakarak işkence yaptılar. 3 ay o şekilde geçti. 3 ay geçtikten sonra normal hücreye çıkınca tekrar şikâyet etmeye başladım. Gardiyanlar eğer suçunu tanımazsan bu sefer vereceğimiz cezadan öleceksin diye tehdit etti. Ben şikayet etmeye devam ettim. Sonra beni tekrar özel hücreye alarak elimi ayağımı zincirle duvara bağladılar.

Ben özel cezalandırma hücresine alındığımda Alimcan’ın orada zincirli tutulmasına iki ay olmuş.

  1. 8.       ÇİN REJİMİNİN DOĞRUYU KONUŞANLARI CEZALANDIRMASI

Hikaye yazarı Nurmemet Yasin doğruyu konuştuğu için cezalandırıldı.

Hikaye yazarı Nurmemet Yasin’in “Yabani Güvercin” isimli hikayesi 2004’te Kaşgar Edebiyatı dergisinde basıldı. Çin güvenlik birimleri “bölücülüğe teşvik” suçlamasıyla Nurmemet Yasin’i 30 Kasım 2004’te tutukladı. Ona Şubat 2005’te 10 yıl hapis cezası verildi. Bu kısa hikayeye bağlantılı olarak Kaşgar Edebiyatı dergisinin editörü Küreş Hüseyin de 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Ekim 2005’te Nurmemet Yasin benim olduğum hücreye getirildi. 45 gün geçtikten sonra gardiyanlar onu götürdüler. Nurmemet Yasin hücreye döndüğünde daha canlı ve mutluydu. Konuşmamız yasak olduğu için uygun zamanı bulup neden mutlu olduğunu gizlice sordum. O, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi görevlisi Manred Nowak ile ayrı görüştüğünü söyledi. Neleri sordu, dedim. O, tutuklandıktan şuana kadar polislerin ona nasıl davrandığını, davanın nasıl karara bağlandığını, işkence görüp görmediğini sordu, dedi. Ben, keşke tüm zamanı dayak ve işkenceyle geçen bana sorsaydı, dedim ah çekerek. Nurmemet Yasin, öyle deme, yalnız odada konuştuk, ben her şeyi anlattım, dedi.

Aslında cezaevinin siyasi büro görevlisi onu Manred Nowak ile görüştürmeden önce ona tembihleyerek “Sel gider kum kalır, yalan yanlış konuşma” diye ikazda bulunmuş.

3 gün sonra Nurmemet Yasin hücreden alındıktan sonra bir daha hücreye dönmedi. Biz çalışmaya götürülürken bir kez koridorda eli ve ayağı zincirli duvara doğru bakarken gördüm. O, Birleşmiş Milletler görevlisine gerçek durumu ve işkenceleri anlattığı için cezalandırılıyordu. Ondan bir daha haber alamadım.

  1. 9.       CEZAEVLERİNDE AÇIK SOYKIRIM

25 Mayıs 2014’te tekrar cezaevine kapatıldım ve 25 Aralık 2004’te bırakıldım. Bu süre zarfında Çin rejiminin Uygur halkına uygulamakta olduğu insanlık dışı hakaret, aşağılama ve işkencelere bir daha şahit oldum. 1992 yıllarında cezaevlerinde dayak, işkence ve aşağılama bu kadar ağır değildi. Pek pratik sonucu olmasa da cezaevleri müfettişler tarafından kontrol edilirdi. Ancak 2014’te cezaevleri tamamen gardiyanların eline kalmış, ne isterse yapabiliyor. Hoten’deki cezaevlerinde boş yer olmadığı için beni Lop ilçesi hapishanesine gönderdiler. Cezaevine ilk girdiğimde elinde copla bekleyen 4 gardiyan bana “üzerini tamamen çıkar” dedi. Ben şort dışında her şeyi çıkardım. Gardiyanlar üzerime saldırıp ayaklarının altına alarak şortumu zorla çıkardılar. Bana kırmızı renkli cezaevi yeleğini giydirip A3 nolu hücreye kapattı.

15 m2 lik odada 19 kişi vardı; benimle 20 kişi oldu. Kişi sayısı çok fazla olduğu için gece yan yana dizilip yatıyorduk; hiç hareket etme imkânı yoktu. Mahpusların eli ve ayağı zincirli olduğu için elbise değiştirme imkânı da yoktu. Elbise ve yatak yorgan hepsi bitliydi. Gardiyanların dayağından mahpusların eli ve ayağının kırılması olayları sık yaşanıyordu. Benim kaldığım hücrede bir kişinin bacak kemiği bir önceki hafta dayaktan kırılmış. Gardiyanlar kapıya yaklaştığı zaman herkes elini başına koyup başını duvara dayayarak durmak zorundaydı.

Ben hücreye kapatıldıktan 15 gün sonra karşı yan hücre olan 4B hücresinden köpek sesi ve bir kişinin avazı çıktığı kadar bağırma sesi geldi. Yanımdaki mahpuslar gardiyanlar birini köpeğe ısırttı dediler. Köpeğe ısırtılarak işkence yapılan kişi uykudan kalktıktan sonra yüzünü yıkamış; bunu gören gardiyan “namaz için abdest aldı” suçlamasıyla cezalandırılmış. Ben hücreye kapatıldıktan 6 gün sonra bir ay önce tutuklanan 8 kişinin mahkeme kararı geldi. Cezalar hepsi uyduruk sebeplerden dolayı verilmişti. Lop ilçesi Çavağ köyünden Cümeniyaz, telefonunda başkalarının silahlı fotoğrafı ve peçeli kadın fotoğrafı bulunduğu için 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Lop ilçesi Hangiya köyünden Turgun Mettursun çocuğuna din öğrettiği için 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

25 Mayıs ila 11 Temmuz’a kadar tutulduğum hücreden 15 kişi yukarıdaki gibi hayali bahanelerle uzun süreli hapisle hapishanelere gönderildi. Cezaevlerine tutuklular sığmadığı için gizli/düzensiz mahkemeyle karar veriliyormuş. İnsanlar genelde tutuklandıktan 2 ay sonra uzun süreli hapisle gerçek hapishanelere gönderiliyormuş.

Lop cezaevinde 20 hücre mevcut olup her ay bir hücreden 10 kişi gerçek hapishanelere gönderilirse toplamda 200 kişi hapse atılmış olur. Bu sayı bir yılda 2400 kişi demektir. Doğu Türkistan’ın her yerinde insanlar bu şekilde sudan bahanelerle uzun süreli hapse atılmaktadır.

  1. 10.   HOTEN İLİ MERKEZ CEZAEVİNDE YAŞANAN İNSANLIK DIŞI AŞAĞILAMA VE CİNAYETLER

11 Temmuz 2014’te beni Lop ilçesi cezaevinden alarak Hoten ili merkez cezaevine getirdiler. Hoten ili merkez cezaevindeki insanlık cinayetleri çok ağırmış. Temmuzun sıcağında hücrede kapı pencere kapalı. Hücredeki kalabalıktan bazılarımız geceyi ayakta geçirmek zorundaydı. Bayılanlar oluyordu; bayılanlar dışarıya götürülüyordu, bazıları ayıldıktan sonra geri getirilirdi; bazılarından bir daha haber alınamıyordu.

Her sabah gardiyanlar elinde büyük sopa ve tel kamçıyla hücre hücre gezerek herkesi dayaktan geçiriyordu. Bazen sırf “bana baktın” diye dövüyordu. Bazen hiç Çince bilmeyen insanı “Çince cezaevi kurallarını ezberleyemedin” diye dövüyordu. Kısacası dövmek için Uygur veya Müslüman olması yeterliydi.

Tüm mahpusların eli ve ayağı zincirle birbirine bağlıydı. Zincir kısa olduğu için sürekli eğilerek durmak gerekiyordu. Bir seferinde Memtimin isimli gardiyan (Uygur), Hoten ilçesi Layka köyünden Abduşükür’ü “bana baktın” diye demir kamçıyla vurarak sırtında yaralar açtı; ağzı ve burnunu kanattı. Gardiyan geri dönerken Abduşükür’ün “Ah Allah…” dediği sesi duydu ve geri dönüp “bana beddua ettin” diye tekrar dövmeye başladı; demir kamçıyla başında yaralar açtı. Ondan sonra gardiyan hepimize dönüp elini sallayarak “Uslu olun, şuan vaziyet çok farklı. Ölürseniz cesedinizi çöpe atarız, kimse ne olduğunu soramaz. Şuan savcılar da insan tutuklamakla meşgul” dedi ve gitti.

Bir gün bu insanlık dışı aşağılanmalara dayanamadım. Herkesin suçu sırayla sorulmaya başladı; sıra bana geldiğinde “Benim bir suçum yok” dedim. Bununla birlikte dayak ve tokatla karşılaşmama aynı ana rastladı. Kendime geldiğimde kendimi kanlar içerisinde koridorda buldum. Gardiyan beni sopalarla dövdükten sonra tehdit ederek “Burası senin rastgele konuşacağın yer değil, biz seni boşuna buraya getirmedik” dedi. Bir hafta ayağa kalkamadım.

Hoten ili merkez cezaevinin şu şekilde kuralları vardı: Sabah kalktıktan sonra ÇKP’yi öven Çince şarkı söyleme, cezaevi kurallarını Çince ezberden okuma. Bunları ezbere okuyamayanlara yemek verilmezdi.

Yemek olarak sabahları sebze çorbası ile elma büyüklüğünde buhar ekmeği, öğlen kaynar su ile yine buhar ekmeği, akşam sebze çorbası verilirdi. Mahpuslar yemek ve ihtiyaçlar haricinde sabahtan akşama kadar yere bakarak hareketsiz oturmak zorundaydı. 

  1. 11.   UYGUR GENÇLERİ VE ÇOCUKLARININ ZORLA ÇİN’İN İÇ BÖLGELERİNE GÖTÜRÜLMESİ

Çin rejimi sistematik asimilasyon politikasının bir parçası olarak Uygur halkını Çin’in iç bölgelerine dağıtmak için çaba göstermiştir. Bu kapsamda yüzbinlerce Uygur genci fabrikalarda çalışmak bahanesiyle Çin’in iç bölgelerine nakledilmiştir. Çin’in resmi haber sitesi olan www.ts.cn’de verilen bilgiye göre 2018 yılbaşından 14 Mayıs 2018’e kadar sadece Hoten ilinin ilçe ve köylerinden toplam 98,364 genç “fazla iş gücü” tanımlamasıyla Çin’in iç bölgelerine sürgüne gönderilmiştir.

8 Ekim 2018’de www.chinaaid.org ve www.epochtimes.com sitelerinde yer alan habere göre Çin rejimi Eylül 2018’in sonlarından itibaren Doğu Türkistan’daki ceza kamplarından 300 bin mahpus Çin’in iç bölgelerine nakledilmiştir.

  1. 12.   ÇİN REJİMİNİN YÜRÜTTÜĞÜ KARDEŞ AİLE PROJESİ

Sözde Kardeş Aile Projesi Doğu Türkistanlıların evlerinde Çinli rejim elemanlarını yerleştirerek gece yatak odasına kadar gözetlemek için icat ettiği rezil bir uygulamadır.

Bu uygulama ilk başta 1997’de cezaevlerindeki Uygur mahpusları gece gündüz gözetlemek için aralarına Çinli mahpusları yerleştirme şeklinde denendi. Çinli mahpuslar Uygur mahpuslarla birlikte kalarak onların değişim durumları hakkında rapor hazırlıyorlardı veya bilgi topluyorlardı.

Çin rejimi bu uygulamanın belli ölçüde başarılı olduğunu görünce 2017’nin sonlarından itibaren sözde Kardeş Aile Projesi adı altında Uygur ailelerine uygulamaya başladı. Çin rejiminin verdiği resmi rakamlara göre 2018 yılında 1 milyon 120 bin rejim görevlisi Çinli, 1 milyon 690 bin aileye toplamda 31 milyon 490 kez haneye tecavüzde bulunmuştur.

Ekim 2018’de adını vermek istemeyen bir tanık www.epochtimes.com sitesine verdiği bilgide şunları söylemiştir: Haneye tecavüz eden rejim elemanları hiçbir sınır tanımadı. Ailede gece gündüz kalarak ailenin dini ve milli durumu hakkında bilgi topladı. Ailede namaz kılanlar, hatta elini kaldırıp dua edenler bile ceza kamplarına gönderildi. Eve içki ve domuz eti getirerek ev sahiplerine zorladı. İçki içmek istemeyen ve domuz eti yemek istemeyenler aynı şekilde ceza kamplarına gönderildi.

  1. 13.   CEZA KAMPLARINDAKİ İNSANLIK CİNAYETLERİ VE SOYKIRIM

Ceza kamplarının başlangıcı 2014 yılına dayanmaktadır. 2014 yılından itibaren dindar ve şuurlu insanlar birkaç aylığına eğitim adı altında ceza kamplarına kapatılmıştır.

2017’ye gelindiğinde ceza kampları Çin rejiminin açık soykırım yaptığı alanlara dönüşmüştür. Yıllardır uygulanan sözde “dinsel veya milli aşırılığı yok etme kampanyası” benzeri görülmemiş yöntemlerle yürütülmeye başlanmıştır. Başlangıçta yurtdışında yaşayan Uygurların Doğu Türkistan’la ilişkisi tamamen kesilmiştir. Yabancı ülkelerde eğitim gören veya yaşayan Doğu Türkistanlılar tehdit ve şantaj yoluyla geri çağrılmıştır. Yurtdışından geri dönenler ve Doğu Türkistan’da yaşayanlar akıl almaz bahanelerle sözde “yeniden eğitim veya mesleki eğitim kampları”, ancak özde Nazi kampları benzeri ceza kamplarına alınmaya başlanmıştır. Başta Müslüman Uygur Türkleri olmak üzere kardeş Kazak ve Kırgız Türklerinin ceza kamplarına alınmasına neden olan, dinsel veya milli aşırılığın bir göstergesi olarak sayılan akıl almaz bahanelerin bazıları şunlardır: yiyecek ve içecek için helal ve haram kavramını kullanmak, hayatında bir kez namaz kılmış olmak, Çinlilere kız vermeye karşı çıkmak, içki içmeyi domuz eti yemeyi reddetmek, 1990 yılından sonra doğmuş olmak, Çin rejiminin resmi izni ve pasaportuyla yurtdışını ziyaret etmek, Çin rejiminin resmi görevlisi olarak yurtdışını ziyaret etmek, yurtdışında akrabası olmak, Uygur kültürü ve tarihi konusunda araştırma yapmak…

Bu ceza kamplarında başta Uygur Türkleri olmak üzere diğer Kazak ve Kırgız Türklerinden resmi rakamlara göre yaklaşık bir milyon, resmi olmayan rakamlara göre üç milyon kişi tutulmaktadır. Tutuklular arasında hayatı boyunca Çin rejiminin resmî kurumlarında çalışan akademisyenler, sanatçılar, yazarlar, din adamları, hatta Nur Bekri gibi Çin bölgesel rejimi başkanı da bulunmaktadır. Buradan anlaşılan insanların ceza kamplarında tutulması için Uygur veya Türk soylu olması yeterli olmaktadır. Bu ceza kamplarına kapatılanlara vahşice fiziksel ve ruhsal işkence yapılmaktadır.

Muhammet Salih Damollam ve Abdulahet Mahsum gibi din bilginleri bu kamplarda işkenceden şehit edilmiştir. Bu ceza kamplarının amacı Doğu Türkistanlıları kökten asimile etmek, dininden, dilinden, kültüründen ve Türklüğünden tamamıyla çıkarmaktır.

16 Nisan 2018 tarihinde www.chinaaid.org sitesinde yer alan habere göre ceza kamplarından bırakılan 3 Kazakistan vatandaşı akli dengesini kaybetmiştir. Ceza kamplarından bırakılan Kazakistan gibi diğer ülke vatandaşlarının verdiği bilgilere göre ceza kamplarında dövme dahil her çeşit fiziksel ve ruhsal işkence sıradan uygulamalardır.

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan resmi rapora göre 2018’in ortalarında ceza kamplarında tutulanların sayısı 1 milyondur. Şu an bu kamplarda tutulanların sayısının en az 5 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir.

Adının açıklanmasını istemeyen ceza kamplarında temizlikçi olarak çalışan bir kişinin anlattığına göre, ceza kampının her yerinde kamera vardır. Ceza kampında tutulanlara haftada bir kez soğuk suyla yıkanmaya izin verilir. Banyo ve tuvalette dahi kamera vardır. Kurallara uymayanların eli ve ayağına zincir vurulur. Tutuklular hastaneye götürülürken başlarına siyah çuval geçirilir. Her gün içki içmeye zorlanır.

Adının açıklanmasını istemeyen ceza kamplarında aşçı olarak çalışan bir kişinin anlattığına göre, ceza kamplarında yemekte kullanılan et domuz etidir. Aşçı ceza kampında zorla çalıştırıldığını söylemiştir.

www.chinaaid.org sitesinde yer alan habere göre, daha önce Doğu Türkistan’dan Kazakistan’a giderek Kazakistan vatandaşı olan Kabin Bekinay’in üniversite öğrencisi yeğeni kış tatilinde Doğu Türkistan’a gittiğinde ceza kampına kapatılmıştır. O, ceza kampında tutulanlara ne olduğu bilinmeyen ilaç verildiğini ve iğne yapıldığını söylemiştir. İlaç ve iğne alanların bazıları ceza evinden çıktıktan sonra hafızalarını kaybetmiştir; erkekler cinsi iktidarını kaybetmiştir, kadınlar adetten kesilmiştir.

Yine aynı internet sitesinde yer alan haberde Çin rejimi tarafından gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan Çinli avukat Licuyün’ün bildirdiğine göre ceza kamplarındaki tutuklulara ne olduğu bilinmeyen bir ilaç ve iğne tatbik edilmektedir. Bu ilaç ve iğneyi alan kişilerde kemikleri gevşeyip elini dahi kaldıramama, göz ağrısı ve bulanık görme gibi etkiler görülmüştür.

31 Ağustos 2018 tarihinde Özgür Asya Radyosu’nun Keriye ilçesi ile yaptığı telefon görüşmesinde Yengibağ köyünden ceza kamplarına götürülen kişilerden 242 kişinin bankaya borcu olduğu, 7 kişi ceza kamplarında hayatını kaybettiği için borçlarının silindiği ortaya çıkmıştır. Telefon görüşmesinde Yengibağ köyündeki banka çalışanı bu bilgileri vermiştir.

Yengibağ gibi küçük bir köyde 7 kişinin ceza kamplarında katledildiği düşünülürse, Doğu Türkistan çapında bu tür ölümlerin Müslüman Türk halklarına yönelik katliam veya soykırım şeklinde meydana gelmekte olduğu açıktır.

23 Ağustos 2018 tarihinde Özgür Asya Radyosu’nun Aksu ili Onsu ilçesi ile yaptığı telefon görüşmesinde geçen 3 ay içerisinde Cam pazarında 7 – 8 kişinin ceza kamplarında hayatını kaybettiği ortaya çıkmıştır. Hayatını kaybedenlerden biri 31 yaşında bir çocuk sahibi anne Amine’dir.

  1. 14.   ANNE BABASI CEZA KAMPLARINA KAPATILAN VEYA YABANCI ÜLKELERDE OLAN ÇOCUKLAR, HAN ÇİNLİSİ KİMLİĞİ İLE YETİMHANELERE GÖTÜRÜLMEKTEDİR

30 Ağustos 2018 tarihinde Uygur Ajansı (http://iuyghur.com) internet sitesinde yer alan habere göre, anne babası ceza kamplarına kapatılan veya yabancı ülkelerde olan çocuklar, Han Çinlisi kimliği ile yetimhanelere götürülmektedir. Kimlik kayıtları Han Çinlisi olarak değiştirildikten sonra yetimhanelere kapatılan 12 yaşından küçük Uygur çocuklarının sayısı 300 – 500 bin olarak tahmin edilmektedir. Ceza kamplarına kapatılan 3 – 5 milyon Türk Müslümanın çocukları bu şekilde izi kaybettirilerek Çinlileştirilmektedir.

https://bitterwinter.org internet sitesinde yer alan habere göre sadece Börtala şehrinde 200’den fazla Uygur çocuğu sahipsiz kaldığı için yetimhanelere kapatılmıştır; bu çocukların en küçüğü 2 yaşındadır.

18 Haziran 2018 tarihinde Özgür Asya Radyosu’nun Urumçi şehrindeki bir yetimhane ile yaptığı telefon görüşmesinde, ilgili yetimhanede 300 civarında Uygur çocuğunun olduğu ortaya çıkmıştır.

8 Eylül 2016 tarihinde Çin rejiminin resmi sesi olan www.people.com.cn internet sitesinde, Çin rejiminin Doğu Türkistan’daki sahipsiz veya engelli çocuklara ve fakir ailelerin çocuklarına bakmak için toplamda 112 yetimhane kurma planı yer almıştır. Çin rejimi bu yetimhaneler için toplamda 370 milyon Yuan bütçe ayırmıştır.

  1. 15.   CEZA KAMPLARINA KAPATILANLAR ÇİN’İN İÇ BÖLGELERİNE GÖTÜRÜLMEKTEDİR

28 Eylül 2018 tarihinde Özgür Asya Radyosu’nun Doğu Türkistan ile yaptığı telefon görüşmesinde Gulca ve Kaşgar’da bazı ceza kampı tutuklularının sorgulandığı, bazılarının ise gizlice Çin’e nakledildiği ortaya çıkmıştır. Sorgulama yapılanlara 3 yıl ile 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verilmiştir. Bu bilgileri ceza kamplarında görevli bir Uygur polis memuru vermiştir.

Aynı gün Özgür Asya Radyosu’nun yaptığı diğer bir telefon görüşmesinde Kaşgar Tokkuzak ilçesinde de tutukluların sorgulandığı, 50 kişiye hapis cezası verildiği, bu kişilerin ceza sürelerine bağlı olarak Urumçi ve Çin’in iç bölgelerindeki cezaevlerine nakledildiği ortaya çıkmıştır. Bulaksu karakolunda görevli polis memuru Necmidin Bedelhaci’nin verdiği bilgiye göre, kendisi 20 gün önce tutukluların Çin’e nakledilmesi sırasında görev yapmıştır. Tutukluların yılbaşından itibaren Çin’in iç bölgelerine nakledilmeye başlandığı bildirilmiştir.

21 Eylül 2018 tarihinde www.epochtimes.com sitesinde yer alan habere göre, Çin’in Doğu Türkistan’da ceza kamplarının olduğunu inkâr ettiği bir sırada tutukluları gizlice Çin’e nakletmeye başladığı ortaya çıkmıştır.

Adının açıklanmasını istemeyen bir tanığın verdiği bilgilere göre Çin rejimi ceza kamplarına kapattığı, sayıları 3 – 5 milyonu bulan Türk kökenli Müslümanları Çin’in iç bölgelerine dağıtmaya başlamıştır. Nakil sırasında görev alan elemanlara gizliliği koruma konusunda taahhüt imzalatmıştır.

5 Eylül 2018 tarihinde minghui.org internet sitesinde yer alan bilgiye göre Çin’in iç bölgelerinde çalışan bir Çinli polis memuru, Heilongjiang bölgesi Qiqihar şehri Tailai cezaevinde Doğu Türkistan’dan getirilen 5000’den fazla mahkûmun olduğunu söylemiştir. Tailai cezaevinde daha önce Çin’de yasaklanan Falonggong tarikatı mensupları tutulmuş olup mahkumların organlarının alınmasıyla meşhurdur.

Çin rejiminin ceza kampı tutuklularını Çin’in iç kısımlarına dağıtarak Doğu Türkistan’da ceza kamplarının olmadığını ispat etmeye hazırlandığı düşünülmektedir.

  1. 16.   CESETLERİN YAKILMASI

25 Haziran 2018 tarihinde Özgür Asya Radyosu’nun Karakaş ilçesi ile yaptığı telefon görüşmesinde Karakaş’ta “defin işleri merkezi” adı altında “ceset merkezleri”nin kurulmaya başladığı ortaya çıkmıştır. Urçi başta olmak üzere 4 – 5 köyde birer ceset merkezi kurulmuştur. Aynı şekilde Karakaş Çinibağ karakolu denetimindeki 13 kasaba ve 2 mahallenin hepsinde ceset merkezleri kurulmuştur.

Bir polis memurunun verdiği bilgiye göre ceset merkezleri Temmuz 2017’de, yani ceza kampları açıldıktan 4 ay sonra kurulmaya başlamıştır.

Sözde Uygur Özerk Bölgesi Planlama Komitesi’nin resmi internet sitesinde 3 Mart 2017’den Şubat 2018’e kadar olan sürede devlet finansmanıyla 9 yerde ceset yakma merkezi inşaatı için ihale ilanı verilmiştir. Kurulacak olan ceset yakma merkezlerinin ikisi Gulca’da, diğerleri Yupurğa, Tokkuzak, Şayar, Atuş, Lopnur ve Turpan bölgesindedir. Bu yerlerin bazılarına “ceset merkezi”, bazılarına açık olarak “ceset yakma merkezi” yazılmıştır.

5 Şubat 1997’de meydana gelen Gulca olayları sonrasında tutuklananların organları alındıktan sonra cesetlerinin yakıldığı daha sonra ispat edilmişti. Benzer vahşilik Falonggong tarikatı mensuplarına da yapılmıştı. Şuan ceza kampına kapatılanların birçoğundan bir daha haber alınamamaktadır. Ceza kampından mucize eseri kurtulabilen tanıklar kaldığı hücrelerde çok sayıda kişinin hayatını kaybettiğini bildirmektedir. Ceza kamplarında katledilenlerin cesetleri ailelerine teslim edilmemektedir; cesetlerin yakıldığı kuvvetle muhtemeldir.

Hazırlayan: ABDUHABER RECEP
Türkçe'ye Çeviren: Dr. Ali ROZİ  
Bu Haberi 4059 kişi okudu!
20/02/2019
YORUMLAR
YORUM YAP
0 Yorum bulunmaktadır.